Main Page Aims and Scope Editorial Board Instructions to Authors Contact

 
Eurasian J Pulmonol: 9 (1)
Volume: 9  Issue: 1 - April 2007
Hide Abstracts | << Back
RESEARCH
1.Cases of carbon monoxide poisoning consulted Ondokuz Mayıs University, Hospital of Medical Faculty in 2004
Mehmet Kocakaya, Berna Aydın, Ahmet Turla, Çağlar Özkanlı
Pages 11 - 16
AMAÇ: Bu çalışmada, Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi’ne gelen karbonmonoksit (CO) zehirlenmesi olgularının klinik ve epidemiyolojik özelliklerinin belirlenmesi ve başka çalışmalardaki veriler ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: OMÜ Tıp Fakültesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi’ne 01.01.2004-31.12.2004 tarihleri arasında başvuran adli olgular içerisinden CO zehirlenmesi tanısı alan 64 olgunun dosyaları incelenmiştir.
BULGULAR: CO zehirlenmeleri en fazla aralık ayında (%40,6) ve cumartesi (%21,9) ile pazar (%20,3) günleri meydana gelmiştir. Orijin 62 (%96,9) olguda kaza, 2 (%3,1) olguda intihardır. Zehirlenmelere en fazla soba (%37,5) ve şofben (%37,5) neden olmuştur. Hastaneye geliş yakınmaları en sık bulantı (%48,4), halsizlik (%39,1) ve baş dönmesidir (%37,5). Labaratuvar bulguları içerisinde en belirgini 22 (%52,3) olguda görülen kan pH düşüklüğüdür. Olguların 57 (%89,1)’si tedavi sonrası şifa ile taburcu edilmiş, 5 (%7,8)’i ölmüştür. SONUÇ: CO zehirlenmesi olguları ülkemizde sık karşılaşılan zehirlenmelerdendir. Kaza sonucu görülen ve özellikle kış aylarında görülme sıklığı oldukça artan bu sorunun önlenmesine yönelik çalışmalar oldukça önemlidir. Halkın eğitiminin sağlanması, riskli ortamlarda CO dedektörlerinin kullanılması ve soba–şofben gibi araçlarda güvenlik standartlarının yükseltilmesi sorunun çözümüne katkıda bulunacak en kolay girişimler olacaktır.
AIM: In this study, it is aimed at determining the clinical and epidemiological characteristics of the cases of CO poisoning consulted Ondokuz Mayis University, Hospital Of Medical Faculty and comparing them to the data from other studies.
MATERIALS-METHODS: Among the forensic cases consulted Ondokuz Mayis University, Hospital Of Medical Faculty between 01.01.2004 and 31.12.2004, 64 cases of CO poisoning are examined. RESULTS: CO poisoning is mostly common in December (40.6%) and on Saturday (21.9%) and Sunday (20.3%). The origin is accidental in 62 cases (96.9%) and suicidal in 2 cases (3.1%). Poisoning is caused mostly by stove (37.5%) and geyser (37.5%). Common complaints are nausea (48.4%), fatigue (39.1%) and vertigo (37.5%). The most evident laboratory finding is the low blood pH in the case. 57 of the cases were discharged with full recovery (89.1%) and 5 cases (7.8%) died.
CONCLUSION: CO poisoning is a common type of poisoning in our country. The studies to prevent this problem are really important. Educating people, using CO detectors in risky places and increasing the safety standards in devices such as stove and geyser will be the easiest attempts to solve the problem.

2.Comparative analysis of light’s criteria, albumin gradient, alkaline phosphatase, total cholesterol, total bilirubin and uric acid measurements for differentiation of pleural exudates from transudates
Füsun Şahin, Funda Arkın, Firdevs Atabey, Sezai Öztürk, Pınar Yıldız
Pages 17 - 23
AMAÇ: Plevral sıvıların tanısında, transüda ve eksuda olarak ayırım yapmak ilk basamağı oluşturmaktadır. Transüda-eksuda ayrımında Light kriterlerinin, albumin gradienti, ALP, total kolesterol, total bilirübin ve ürik asit ölçümlerinin değerini araştırmak amaçladı.
GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmaya 53 hasta alındı. 18’i transüda (yaş ortalaması 61.44±11.81), 35’i eksuda (yaş.ort. 40.49±17.44) olarak sınıflandırıldı.
BULGULAR: Plevra total proteini, plevra/serum (p/s) total protein oranı, plevra LDH’ı, p/s LDH oranı, s-p albumin gradienti, plevra ALP’ı, plevra total kolesterolü, p/s total kolesterol oranı, p/s total bilirübin oranı, plevra ürik asit ortalamaları transüdalı hastalarda sırasıyla 1.94±0.80, 0.29±0.10, 118.83±100, 0.36±0.22, 2.17±0.81, 20.50±14.23, 30.61±19.69, 0.16±0.11, 0.43±0.27, 6.40± 1.92; eksudalı hastalarda ise sırasıyla 5.09±0.63, 0.73±0.08, 541.03±401, 3.09±2.77, 0.55±0.28, 55.17±17.33, 88.40±24.80, 0.59±0.14, 0.87±0.41, 4.73±1.44 olarak bulundu. Her iki grupta “Student-t Testi” kullanılarak yapılan karşılaştırmalarda yukarıdaki tüm değerler için tansüda-eksuda ayrımında anlamlı sonuçlar elde edildi. Ayrıca sensitivite ve spesifite ölçümleri sırasıyla p/s total protein 0.52 oranı için %100-%100 (eksuda tanısında), p/s LDH 0.61 oranı için %100-%89 (eksuda tanısında), s-p albumin gradienti 1.2’de %94-%100 (transüda tanısında), plevra ALP’ı 42 değerinde %77-%95 (eksuda tanısında), plevra total kolesterolü 64 değerinde %91-%95 (eksuda tanısında), p/s total kolesterol 0.33 oranı için %97-%84 (eksuda tanısında), p/s total bilirübin 0.61 oranı için %77-%89 (eksuda tanısında), plevra ürik asiti 5.5 değeri için %55-%78 (transüda tanısında) olarak tespit edildi.
SONUÇ: Bulgularımız Light kriterleri, albumin gradienti, ALP, total kolesterol, total bilirübin ve ürik asit ölçümlerinin transüda-eksuda ayrımında tanısal değerleri olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, Light kriterleri bu ayrımda en anlamlı yöntem olmaya devam etmektedir.
step in the diagnosis of pleural effusions. MATERIAL-METHOD: Fifty three patients with pleural effusions were included in the study which was made to evaluate the values of Light’s criteria, albumin gradient, alkaline phosphatase(ALP), total cholesterol, total bilirubin and uric acid analysis to discriminate exudates from transudates. Eightteen cases (mean age 61.44±11.81) were grouped as transudates and 35 cases (mean age 40.49±17.44) as exudates. RESULTS: Mean pleural fluid total protein, mean pleura/serum (P/S) total protein ratio, mean pleura LDH, mean p/s LDH ratio, mean albumin gradient, mean pleura ALP, mean pleura total cholesterol, mean p/s total cholesterol ratio, mean p/s total bilirubin ratio, mean pleura uric acid were measured 1.94±0.80 g/dL, 0.29±0.10, 118.83±100 U/L, 0.36±0.22, 2.17±0.81 g/dL, 20.50±14.23, 30.61±19.69 mg/dL, 0.16±0.11, 0.43±0.27, 6.40±1.92 mg/dL in patients with transudates, respectively; 5.09±0.63 g/dL, 0.73±0.08, 541.03±401 U/L, 3.09±2.77, 0.55±0.28 g/dL, 55.17±17.33, 88.40±24.80 mg/dL, 0.59±0.14, 0.87±0.41, 4.73±1.44 mg/dL in patients with exudates, respectively. Significant values for above measurements were found in compared transudates and exudates groups by employing “Student-t Test”(p<0.01). Sensitivity and Specificity: P/S total protein ratio for diagnosis of exudates effusions were %100-%100(cut-off: 0.52),P/S LDH ratio for exudates were %100-%89 (cut-off: 0.61), S-P albumin gradient for diagnosis of transudates were %94-%100 (cut-off: 1.2),pleura ALP for exudates were %77-%95 (cut-off: 42),pleura total cholesterol for exudates were %91-%95 (cut-off: 64), P/S total cholesterol ratio for exudates were %97-%84 (cut-off: 0.33), P/S total bilirubin ratio for exudates were %77-%89 (cut-off: 0.61), pleura uric acid for transudates were %55-%78 (cut-off: 5.5),respectively. CONCLUSION: Our findings indicate that measurements of Light’s criteria, albumin gradient, ALP, total cholesterol, total bilirubin and uric acid in pleural fluid become of diagnostic value in differential diagnosis of transudates and exudates. However, Light’s criteria remain the best method of separating transudates from exudates.

3.Is bone marrow biopsy needed in staging small cell lung cancer?
Elif Torun, Benan Çağlayan, Ali Fidan, Banu Salepçi
Pages 24 - 26
AMAÇ: Çalışmamızda radyolojik olarak sınırlı evre düşünülen küçük hücreli akciğer kanseri hastalarda kesin evrelendirme için kemik iliği biyopsisinin (KİB) değerini araştırmak ve KİB ile evrenin değişip değişmediğini saptamayı amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Temmuz 2002-Temmuz 2003 arasında kliniğimizde histopatolojik olarak tanısı konan 40 küçük hücreli akciğer kanseri hastasından radyolojik tetkikler sonunda metastaz saptanmayarak sınırlı evre kabul edilen 19 hastadan kemik iliği biyopsisi alındı. BULGULAR: Hastaların hiçbirinde kemik iliği tutulumu saptanmadı. SONUÇ: Akademik çalışma protokolleri haricinde, LDH ve hemogram değerleri normal olan sınırlı evre KHAK hastalarında evrelendirme için KİB kullanımına gerek olmadığını düşündürmektedir.
AIM: In the current study, we aimed to find out value of bone marrow biopsy in staging limited stage small cell lung cancer cases and to demonstrate whether bone marrow biopsy altered the stage of the disease. MATERIAL-METHOD: Of 40 small cell lung cancer patients histopathologically diagnosed in our clinic between July 2002 and July 2003 19 cases demonstrated no metastatic sites radiologically and were considered as limited stage. These cases underwent bone marrow biopsy. RESULTS: None of them demonstrated bone marrow invasion. CONCLUSION: We concluded that bone marrow biopsy is not needed in staging of SCLC cases having normal LDH and complete blood count results, unless an academic survey recommends.

4.Radiological, clinical and laboratory findings in patients with pulmonary thromboembolism
Sibel Şahbaz, Berat Öztürk, Kemal Can Tertemiz, Nuray Kömüs, Erkan Yılmaz, Can Sevinç
Pages 27 - 32
AMAÇ: Pulmoner tromboemboli (PTE) önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Bu çalışmada PTE tanısı alan olguların başvurusundaki yakınma, klinik, radyolojik ve laboratuvar bulgularını incelenmeyi amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: 39 PTE olgusunun başvurusundaki yakınma, akciğer grafisi, spiral CT anjiografi, alt ekstremite venöz doppler ultrasonografi, ekokardiografi, arter kan gazı, serum D dimer ve kardiyak enzim düzeyleri, hastanede yatış süresi ve mortalite oranlarını retrospektif olarak incelendi.
BULGULAR: Akut nefes darlığı ve bacak ağrısı en sık rastlanan yakınmalar idi. Akciğer grafisinde en sık saptanan bulgu hemidiafram elevasyonu idi. Ekokardiografide sıklıkla saptanan bulgular triküspit yetmezliği, pulmoner hipertansiyon ve sağ ventrikül dilatasyonu idi. Sağ ventrikül yetmezliği ve dilatasyonu olan olgularda serum troponin düzeyi olmayanlara göre yüksek bulundu. Kan gazı analizinde en sık saptanan bulgu respiratuvar alkaloz ve hipokapni idi. Her iki ana pulmoner arterde trombüsü olan olgularda PaO2 düzeyi daha düşük idi. D dimer olguların % 77’sinde normalden yüksek saptandı. Bacak ağrısı olanlarda serum LDH ve myoglobin daha yüksek idi. 6 olgunun major, 33 olgunu minör embolisi vardı. Ortalama hastanede yatış süresi 15±8 gün ve hastane mortalitesi %7.6 idi. SONUÇ: PTE’den şüphe edilen olgularda radyolojik ve laboratuvar incelemelerin yanında klinik değerlendirme yapılmasının da önemli olduğunu düşünmekteyiz.
AIM: Pulmonary thromboembolism (PTE) remains an important cause of mortality and morbidity. We aimed to analyse symptoms, radiological, clinical and laboratory findings on admission in patients with PTE. MATERIAL-METHOD: We evaluated 39 patients’ symptoms, chest x-ray, spiral CT angiography features, lower extremity venous doppler ultrasonography, echocardiography, arterial blood gases, blood D dimer, cardiac enzymes on admission, treatment options, lenght of stay in hospital and mortality rates, retrospectively. RESULTS: Acute dyspnea and leg pain were the most frequent symptoms. Most common finding in chest X-ray was hemidiaphragm elevation. In echocardiography tricuspid insufficiency, pulmonary hypertension and right ventricular dilatation were frequently determined. In patients with right ventricular dilatation and failure mean blood troponin levels were higher than the others. Respiratory alcalosis and hypocapnia were the most significant findings in arterial blood gase analysis. Patients with PTE in both pulmonary arteries have lower PaO2 levels. D dimer concentrations were high in 77% of patients. Patients with leg pain had higher LDH and myoglobin levels. Among 39 patients 6 of patients had major, 33 cases had minor thromboemboli. The mean lenght of stay in hospital was 15±8 days. In-hospital mortality rate was 7.6%. CONCLUSION: We propose that ıt is important to evaluate the patients suspected PE with clinical findings beside of radiological and laboratory diagnostic methods.

5.Approaches of physicians to the diagnosis and treatment of tuberculosis in Şanlıurfa
Mehmet Gencer, Erkan Ceylan, Ahmet Bayat, Zafer Hasan Ali Sak
Pages 33 - 36
AMAÇ: Bu çalışmada, Şanlıurfa'da çalışan hekimlerin tüberkülozun tanı ve tedavisine olan yaklaşımlarını belirlemeyi amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmamıza 143 pratisyen 44 uzman olmak üzere toplam 187 hekim alındı. Bu hekimlerden; 15 sorudan oluşan ve çoktan seçmeli anket formunu cevaplandırmaları istendi. BULGULAR: Tüberkülozda bulaşmanın solunum yoluyla olduğunu ifade edenlerin oranı %98.9 idi. Hekimlerin %56.8'i tüberküloz tanısının bakteriyolojik olarak koyulduğunu belirtti. Ankete katılan hekimlerin %33.9'u tüberküloz tanısının radyoloji ile konduğunu, %51'i takibin sadece radyoloji ile yapıldığını ve tedavi süresi olarak hekimlerin %38.5'i 6 ay, %44.9'si 9 ay olduğu yanıtlarını verdiler. İlaç kombinasyonu olarak en sıklıkla %19.7 oranında RIF+INH+SM tercih ediliyordu. Tedavi başarısızlığı olan olgularda hekimlerin %65.8'i tek ilaç ekleyeceklerini işaretlediler. SONUÇ: Tüberküloz tanı ve tedavisi konusunda hekimlerin önemli ölçüde bilgi eksikliği olduğu saptanmış olup buna yönelik çalışmaların yapılması gerektiğini düşünmekteyiz.
OBJECTIVE: The aim of this study was to determine the approaches to diagnosis and treatment of tuberculosis of the physicians in Sanliurfa. MATERIAL-METHOD: The study group was consisted of 187 physicians with 44 specialists and 143 general practitioners. Data were obtained by a self administered questionnaire in 15 questions. RESULTS: The 98.9 percent of the participants reported respiratory route as transmission way of tuberculosis. While 56.8 percent of inquired physicians diagnosed tuberculosis by bacteriology, 33.9 percent of them diagnosed it with radiology. The 51 percent of the physicians reported that follow up of cases were made with radiology. Preferred therapy durations were 9 (44.9%) and 6 (38.5%) months. The most selected combination was INH+RIF+SM (19.7%). For the patients with treatment failure, 65.8 percent of the physicians decided to add a new drug to the regimen. CONCLUSION: In conclusion, as insufficient knowledge of the doctors about tuberculosis diagnosis and therapy were determined, we think that education of physicians in Sanlıurfa region concerning tuberculous is necessary.

REVIEW ARTICLE
6.Management of malign pleural effusion
Sibel Arınç
Pages 37 - 42
Malign plevral efüzyonlar tanı ve tedavi yönünden yaygın bir klinik problemdir. Mezotelyomayı da içeren akciğer kanserleri malign efüzyonların en sık nedeni olsa da meme, over, mide kanseri ve lenfomanın bütün formları da malign plevral efüzyona neden olabilir. Malign plevral efüzyon tanısı için hem histolojik hem de sitolojik malign hücrelerin plevra sıvısı veya dokuda gösterilmesi gerekir. Ortalama yaşam süresi altta yatan hastalığın tipine ve evresine bağlıdır. Malign plevral efüzyonların ayrıcı tanısında birçok sıvı testleri ve invazif işlemler yararlıdır. Bu yazıda, malign plevral efüzyonlara tanı yaklaşımı sunulmuştur.
Malign pleural effusion is a common clinical problem because of difficulties in diagnosis and treatment. Lung cancer including malign mesothelioma is the most cause of malign pleural effusion however, all form of cancer including cancer of breast, ovary, stomach, lymphoma may cause malign pleural effusion. The diagnosis of malign pleural effusion requires either histological or cytological demonstration of malignant cells in the pleural tissue or pleural fluid. Median survival is dependent on the stage and type of the underlying malignancy. Many pleural fluid tests and invasive procedure are useful in differential diagnosis of malign effusions. In this review, approach to diagnosis of malign pleural effusion is presented.

CASE REPORT
7.Synchronous primary lung cancer: Presentation of a case
Savaş Özsu, Funda Öztuna, Kadriye Yıldız, Polat Koşucu, Yılmaz Bülbül, Tevfik Özlü
Pages 43 - 46
Akciğerde birden fazla odakta gelişen kanserler multipl primer akciğer kanseri (MPAK) olarak adlandırılırlar. Multipl primer akciğer kanserleri senkron ve metakron olmak üzere ikiye ayrılır. İki veya daha fazla primer akciğer tümörü aynı anda saptanırlarsa, senkron akciğer kanseri olarak tanımlanırlar. MPAK’lerinin gerçek sıklığı bilinmemekle beraber çeşitli çalışmalarda %0.72–11,4 arasında değişen oranlarda bildirilmektedir.
Bu makalede senkron primer akciğer karsinomu tanısı alan seksen iki yaşındaki erkek hasta sunulmuştur. Hastanın akciğer tomografisinde, sağ alt lopda 3x2 cm boyutunda kitle lezyonu ve sol üst zonda hava bronkogramı içeren konsolidasyon alanları izlendi. Bronkoalveolar lavaj sitolojisi malignensi yönünden şüpheli pozitif gelince, her iki lezyona transtorasik ince iğne biyopsisi yapıldı. Sağdaki lezyona epidermoid karsinom soldaki lezyona ise bronkoalveolar karsinom tanısı kondu. Taramalarında uzak metastaz saptanmadı. Hastanın genel durumunun iyi olmaması nedeniyle destek tedaviyle takibine karar verildi. Olgumuz, tedaviye yanıtsız parankimal konsolidasyonların ayırıcı tanısında akciğer malignitelerinin mutlaka düşünülmesi gerektiğini ve yine nadir de olsa primer kitleye senkron ikinci bir tümörün eşlik edebileceğini göstermektedir. Bu yüzden böyle olgularda ileri tanısal girişimlerin gerekliliği vurgulanmaktadır.
Multiple primary lung cancer (MPLC) defined as more than one tumor is presented. Multiple primary lung cancer is divided into synchronous and metachronous lung cancer. When two or more primary lung cancers are detected at the same time, it diagnosed as synchronous lung cancer. Although the real incidence of MPLC is unknown, its frequency is estimated ranging from 0.72–11, 4 %. We presented case of an 82-year-old man who has with two synchronous lung cancers. In patient’s chest tomography, 3x2 cm diameter mass in right low lobe and lobe consolidation with air trapping in left upper lobe were revealed. When bronchoalveolar fluid was malignancy probably positive, bilaterally transthoracic needle biopsies were made. Epidermoid carcinoma in the right low lobe and bronchoalveolar carcinoma in the left upper lobe was diagnosed. There were no distant metastases. Because our patient’s performance status was 3, palliative therapy was given. The case shows that lung malignancy should certainly be considered to make a certain diagnosis of paranchimal consolidations which does not respond to therapy positively and that a primary tumor may a rarely be accompanied by a second tumors. Hence, in such cases, advanced diagnostic procedure is highly necessary.

8.Pleurisy due to brucellA (Case report)
Ece Kaya, Çetin Yıldırım, Meral Akın
Pages 47 - 50
Brusellozis, Brucella cinsi bakterilerle oluşan, sistemik tutulum gösteren kronik bir hastalıktır. Hastalık hayvancılıkla uğraşan ve taze süt ürünleri tüketen toplumlarda daha sık görülmektedir. Solunum sistemi tutuluşu; plevral effüzyon, hiler lenfadenopati ve nodüler akciğer lezyonları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Plevra tutulumu oldukça nadir görülmektedir. Bu makalede hem serolojik, hem de kültür sonuçlarıyla brusellaya bağlı plevral effüzyon saptanan 24 yaşındaki bir olguyu literatür bilgileri eşliğinde sunmayı uygun bulduk.
Brucellosis is a chronic disease with systemic manifestations caused by the Brucella genus. The disease is more frequently seen in populations consuming fresh dairy products and working as farmers. Pulmonary system involvement reveals pleural effusion, hiliary lymphadenopathy and nodular pulmonary lesions. In this article, we present with regard to current liteature a case of a 24 year old male with pleural brucellosis and pleural effusion that is proven both serologicly and by culture positivity.

9.Idiopathic Pulmonary Haemosiderosis
Nimet Aksel, Zeynep Bozkurt, Aydan Çakan, Ayşe Özsöz, Ali Galip Yener
Pages 51 - 54
İdiopatik pulmoner hemosiderozis; primer olarak çocukluk çağında görülen tekrarlayan hemoptizi, demir eksikliği anemisi ve göğüs radyogramında diffüz parankimal infiltrasyonla karakterize nadir bir alveoler hemoraji nedenidir. Patogenezi bilinmemektedir. Kesin tanı, balgam, bronkoalveoler lavaj sıvısı veya açık akciğer biyopsisinde hemosiderin yüklü makrofajların gösterilmesiyle konur. Bu makalede, hastanemize hemoptizi ile başvuran, 12 yaşından beri demir eksikliği anemisi tanısı
ile çok sayıda kan transfüzyonları yapılmış olan, bir yıl önce akciğer tüberkülozu tanısıyla 6 ay düzenli tüberküloz tedavisi alan, 20 yaşında bir erkek olguyu sunuyoruz. Akciğer radyogramında bilateral retikülonodüler infiltrasyonlar izlenen hastanın transbronşiyal akciğer biyopsisinde hemosiderin yüklü makrofajları bulunduran alveoler hemoraji ve interstisyel fibrozis saptandı. Alveoler hemoraji sendromları yönünden tetkik edilen olguya idiopatik pulmoner hemosiderozis tanısı konuldu ve oral kortikosteroid tedavisiyle klinik ve radyolojik olumlu yanıt alındı. Sonuç olarak; yüksek mortalite riski nedeniyle idiopatik
pulmoner hemosideroziste erken tanı ve tedavi çok önemlidir. Nedeni açıklanamayan anemisi olan çocukların izleminde akciğer radyogramı çektirilmeli, bilateral infiltrasyon varlığında ayırıcı tanıda idiopatik pulmoner hemosiderozis akılda tutularak sitolojik tetkikler yapılmalıdır.
Idiopathic pulmonary haemosiderosis (IPH) is a rare, but potentially lethal cause of alveolar hemorrhage, which usually occurs in childhood and characterized by recurrent hemoptysis, iron deficiency anemia and diffuse parenchymal infiltration on chest radiogram. Pathogenesis is not well-known. The diagnosis is confirmed by demonstrating haemosiderinladen alveolar macrophages in sputum, bronchoalveolar lavage fluid or open lung biopsy specimen. We wish to present a 20 years old male patient, who was admitted to our hospital with hemoptysis, who has been performed multiple blood transfusions for diagnosis of iron deficiency anemia since he was 12 years old, and who had been treated with diagnosis of pulmonary tuberculosis one year ago. He presented bilateral reticulonodular infiltration on chest X-ray. On transbronchial lung biopsy, alveolar haemorrhage including haemosiderin-laden alveolar macrophages and interstitial
fibrosis were demonstrated. The subject was investigated for other alveolar haemorrhagic syndromes. There was no positive finding. He was diagnosed as idiopathic pulmonary haemosiderosis and he has responded well to oral corticotherapy. In conclusion; because of high mortality risk early definitive diagnosis and treatment are imparitive in
IPH. A chest radiography should be included in follow up of children with unexplained anemia and when bilateral infiltration is present, cytological investigation must be made, keeping IPH in mind in differential diagnosis.

10.A delayed dıagnosıs of a patıent wıth bronchıectasıs: Swyer-James / Macleod syndrome*
Sinem Karazincir, Cenk Babayiğit, Ali Balcı, Sebahat Akoğlu, Ergün Seyfeli, Haldun Sumbas
Pages 55 - 57
Swyer-James/MacLeod Sendromu pulmoner arter hipoplazisine bağlı unilateral hiperlüsent akciğer görünümü ve etkilenen tarafta bronşektazi ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. 57 yaşında sigara içmeyen bayan hasta, öksürük, bol balgam çıkarma ve ateş yakınmalarıyla başvurdu. Öyküsünden bu şikayetlerinin çocukluk yaşlarından beri tekrarladığı, hastanemiz dışında, 6-7 yıl öncesine kadar kronik bronşit, son 6-7 yıldır da bronşektazi tanısıyla takip ve tedavi edildiği öğrenildi. Fizik incelemede; solunum seslerinin şiddeti sol orta ve alt zonda sağa göre hafif azalmış, bu alanda kaba ralleri mevcuttu. PA AC grafisinde; sol hiperlusent akciğer görünümü, sol akciğerde hacim kaybı ve sol alt zonda bronşektazik alanlar izlendi. Toraksın bilgisayarlı tomografisi (BT) ve yüksek rezolusyonlu BT'de; sol pulmoner arterde hipoplazi, sol pulmoner arter dallarının çapında azalma, hiperlüsensi, sol akciğer üst lob posterior ve linguler segment ile alt lobda kistik bronşektazi saptandı. Renkli doppler ekokardiyografide; sol pulmoner arter hipoplazik ve ana pulmoner arter hafif genişlemiş olarak izlendi. Swyer-James/MacLeod Sendromu olguların çoğunda çocukluk ve genç erişkin dönemde teşhis edilen bir hastalık olmasına karşın, olgumuzda 57 yaşına kadar şikayetleri nedeniyle çeşitli defalar tetkik edilmesine rağmen tanımlanamadığı ve hiperlüsent akciğer görünümü saptandığında bu sendromun ayırıcı tanıda düşünülmesi gerektiğini vurgulamak için sunuyoruz.
Swyer-James/MacLeod Syndrome is a rare disease which is characterized by unilateal hyperlucent lung due to hypoplasia of its pulmonary artery. A non-smoker, 57 years old female patient admitted to our clinic with cough, sputum production and fever. Her medical history revealed that these symptoms has been recurrent since her childhood. Furthermore she had been followed up with as a patient of chronic bronchitis or bronchiectasis outside of our clinic so far. Physical examination revealed diminished respiratory sounds and coarse crackles on middle and lower zones of left hemithorax.
Chest X Ray showed hyperluceny and volume loss of the left lung and bronchiectasis at the left lower zone. Computerized and High Resolution Computerized Tomography revelaed hypoplasia of left pulmonary artery with reduced diameters of its branches, hyperlucent left lung and cyctic bronchiectasis in left lower and superior & lingular segments of the left upper lobes. Colored Doppler Echocardiography showed hypoplasia of the left pulmonary artery and enlargement of the main pulmonary artery.
Swyer-James/MacLeod Syndrome is diagnosed in childhood or early adulthood of most of the cases. We present this case to emphasize the delayed diagnosis until the age of 57 although she had been investigated several times because of her recurrent symptoms since her childhood and to emphasize considering this syndrome especially when a hyperlucent lung was detected on chest X ray.



 
Quick Search

 




















 
Copyright © 2016 Turkish Respiratory Society. All rights reserved
Bu web sitesi sağlık profesyonellerine yöneliktir. İçeriğindeki yazılar ve dökümanlar hekim veya eczacı görüşü yerine geçmez. Sitenin kullanımıyla ilgili her türlü sorumluluk kullanıcıya/ziyaretçiye aittir.

LookUs & Online Makale