Main Page Aims and Scope Editorial Board Instructions to Authors Contact

 
Eurasian J Pulmonol: 8 (2)
Volume: 8  Issue: 2 - April 2006
Hide Abstracts | << Back
1.Diagnostic Value of Positron Emission Tomography in Stagins of lung cancers
Gürsel Çok, İnanç Karapolat, Kutsal Turhan, Tuncay Göksel, Alpaslan Çakan, Deniz Nart, Kamil Kumanlıoğlu
Pages 55 - 59
Akciğer kanserlerinin tanı ve evrelemesinde noninvaziv tanı yöntemleri önemli bir yer tutmaktadır. Son yıllarda lezyonların malign-benign ayrımının yapılmasında ve kanserlerin evrelendirmesinde tümör dokusunun aşırı glukoz alması esasına dayanan pozitron emisyon tomografisi (PET) kullanılmaya başlanmıştır. AMAÇ: PET'in akciğer kanseri tanı ve evrelemesindeki rolünü araştırmak amacıyla retrospektif bir çalışma planlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Nisan 2003 ile Eylül 2004 tarihleri arasında akciğer kanseri ön tanısıyla değerlendirilen ve PET uygulanan 41 erkek 11 kadın olmak üzere toplam 52 hasta incelemeye alınmıştır. BULGULAR: Yaş ortalaması 59.5 (±12.4) olan hastalardan 42'sinin (%88.8) sigara içtikleri belirlenmiştir. Hastalardan 43'ünün küçük hücreli dışı akciğer karsinomu, 7 hastanın benign patoloji, 2 hastanın ise küçük hücreli akciğer karsinomu tanısı aldıkları görülmüştür. PET tetkikinde 2.5 SVU değerinin üzerindeki tutulumlar patolojik olarak kabul edilmiştir. PET yapıldıktan sonra saptanan tüm lezyonlar birlikte değerlendirildiğinde duyarlılık % 95.4, özgüllük ise % 87.5 olarak saptanmış, ayrıca pozitif prediktif değerinin % 97.6, negatif prediktif değerinin ise % 77.7 olduğu görülmüştür. SONUÇ: PET akciğer kanserinin tanı ve evrelemesinde seçilmiş olgularda uygulanabilecek bir yöntemdir.
Noninvasive diagnostic methods have an important role in the diagnosis and staging of lung cancers. In recent years, positron emission tomography (PET) was introduced for use in the differentiation of malignant and benign lesions, and also in staging cancers. OBJECTIVE: A retrospective study was designed with the aim of examining the role of PET in the diagnosis and staging of lung cancers. MATERIALS-METHODS: A total of 52 patients including 41 males and 11 females who were assessed with an initial diagnosis of lung cancer between April 2003 and September 2004 were analyzed. FINDINGS: The mean age was 59.5 (±12.4) years. Forty two (88%) of the patients were found to smoke. Forty three of the patients had been diagnosed as having non-small cell lung cancer, 7 were found to have benign pathology, and 2 had been diagnosed as having small cell lung cancer. In PET analysis, involvements above the value of 2.5 SVU were accepted as being pathologic. Overall assessment of the lesions which were detected after PET revealed a sensitivity and specificity of 95.4% and 87.5%, respectively. In addition, the possitive predictive value was found as 97.6 whereas the negative predictive value was 77.7%. CONCLUSION: In selected cases, PET is a useful method fort he diagnosis and staging of lung cancer.

2.Seasonality of Tuberculosis in Soldier Patients
Faruk Çiftçi, Ergun Tozkoparan, Erkan Bozkanat, Ahmet İlvan, Ömer Deniz, Zafer Kartaloğlu, Tayfun Çalışkan, Hayati Bilgiç
Pages 60 - 66
AMAÇ: Bu çalışma, tüberkülozun (TB) asker hastalarda mevsimsellik özelliğini araştırmak ve çeşitli klinik-radyolojik görünümlerinin yıl içindeki dağılımını ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. YÖNTEM: Bu çalışma, 1 Ocak 2000- 31 Aralık 2004 tarihleri arasında İstanbul'da tüberküloz açısından merkez olma özelliği taşıyan bir askeri hastanede TB (yeni olgu) tanısı ile yatan ve tedavi başlanmış asker hastaların bilgilerinin retrospektif olarak araştırılmasıyla yapılmış olan epidemiyolojik bir araştırmadır. Her hastada; hastaneye yatış tarihi, hastalığın radyolojik yaygınlığı, kavite varlığı ve hastaneye yatışta kaç aylık asker oldukları kaydedildi. Hastaların aylara göre dağılımı ile bu değerlerin anlamlı ilişkisini araştırmak için ki-kare testi kullanıldı. BULGULAR: Çalışma kapsamındaki beş yıllık dönemde 1788 TB'li asker hasta (hepsi erkek ve yaş ort. 21.7±2.7 yıl) saptandı. Bu hastalardan 1468'inin akciğer TB, 363 hastanın akciğer dışı TB olduğu, 43 hastada akciğer + akciğer dışı TB birlikteliği bulunduğu belirlendi. Akciğer TB'li hastaların 837'si kaviter, akciğer dışı TB'li hastaların ise 320'si plevra TB idi. TB olgularının hem aylara hem de mevsimlere göre dağılımının; olguların tüm aralıklarda eşit dağıtılmasından istatistiksel olarak belirgin derecede farklı olduğu saptandı (p<0.001). Asker hastalarda tüm TB formları değerlendirildiğinde; Kasım ayı, %5.31 (tüm TB olguları içindeki yüzdesi) hasta görülme oranı ile diğer aylardan istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde düşüktü. Ocak, Eylül, Nisan ayları sırasıyla %9.56, %9.56, %9.45'lik hasta görülme oranları ile zirve yapan aylardı. Asker hastalardaki askerlik süresi-mevsimsellik ve radyolojik yaygınlık-mevsimsellik arasında bir ilişki saptanamadı. Plevra TB'li 320 hastanın aylara göre dağılımında; Nisan %12.18, Mayıs %12.50 (tüm plevra TB olguları içindeki yüzdesi) oranları ile yüksek, Ekim %4.68 ve Kasım %4.37 oranları ile anlamlı düşük olan aylardı (p<0.05). Akciğer TB olan hastalarda ortalama kaviteli / akciğer TB oranı %57.0 olarak saptandı. Bu oran Nisan ayında düşük (%46.7), Ekim ayında ise anlamlı olarak yüksek (%70.7) bulundu (p<0.05). SONUÇ: Ülkemizdeki genç erkek nüfusu, yüksek oranda temsil ettiğini düşündüğümüz asker popülasyonundaki TB'li asker hastalarda; mevsimsellik özelliği olduğu, ilkbahar aylarında plevra TB'nin diğer aylara göre daha fazla görüldüğünü, yine akciğer TB'nin bu aylarda kavitesiz sonbahar aylarında ise kaviteli seyrettiğini saptadık.
AIM: This study was performed to determine seasonal features of tuberculosis (TB) and distribution of different clinical and radiological presentations within a year in soldiers with TB. METHODS: This study is an epidemiological study and performed by retrospectively investigating the data of inpatient soliders with TB ( new cases) in a military hospital which could be considered as a center for tuberculosis. The first date of hospitalization, radiological extent of disease, existance of cavity/cavities and the duration under military duty was recorded for each patient. Ki square test was used to evaluate differences among months for the distribution of patients with TB. RESULTS: During the five years period 1877 soldier TB patients, all male and their median age 21.7±2.71 years were included in the study.It was found that of the 1877 patients 1468 had pulmonary TB, 363 extrapulmonary TB and 43 both. Of the pulmonary TB patients 837 had cavitary pulmonary TB. Of the extrapulmonary TB 320 had pleural TB. A statistically significant difference was observed regarding monthly and seasonal distribution of cases (p<0.01). If all forms of TB were taken into consideration, the number of TB cases in November was statistically lower than in other months. January, September and April were the months having the peak rate of newly diagnosed patients with ratios of 9.56%, 9.56% and 9.45% respectively. We could not find a correlation between duration of military duty, radiological extent and seasonal variability. When pleural TB cases were distributed for months, April(12.8%) and May (12.5%) had statistically higher, October (4.68%) and November(4.37%) had statistically lower percentage in all pleural TB cases. Among all pulmonary TB cases cavitary pulmonary TB rate was 5.7%. This rate was found to be statistically lower(p<0.05) in April (46.7%) and statistically higher (p<0.05) in October (70.7%). CONCLUSION: In soldier patients which may represent the young male population of our country we detected seasonal variability in TB. In addition pulmonary TB was found to be more frequent and less cavitary in spring months than other months.

3.A Case Report of Intralober Sequestration with Massive Hemoptysis
Erkan Ceylan, Mehmet Gencer, Remzi Yılmaz, Recep Demirbağ
Pages 67 - 70
Pulmoner sekestrasyon, bronşiyal sistem ile ilişkisi olmayan, aberrant sistemik arterler tarafından beslenen, fonksiyon görmeyen anormal akciğer dokusu olarak tanımlanır. Ekstralobar ve intralobar olarak sınıflandırılır. Sekestrasyonlar sıklıkla asemptomatiktir ve tesadüfen saptanırlar. Hemoptizi yaygın bir semptom olarak gözlenirken, masif hemoptizi nadiren görülür. Bu yazıda başlangıç semptomları masif hemoptizi ve sağ göğüs ağrısı olan 21 yaşında erkek olguyu sunduk. Göğüs radyogramında sağ alt lob lateral segmentte homojen opasite vardı. Bakteriyolojik ve biyokimyasal testler normaldi. Toraks tomografisinde sağ alt lob lateral segmentte kitle lezyon gözlendi. Bronkoskopik olarak endobronşial sistem normal değerlendirildi. Lezyonun Doppler ultrasonografi ile değerlendirilmesinde kitle içinde renkli akım Doppler sinyalleri gözlendi. Bu bulgular ışığında pulmoner sekestrasyon olabileceği düşünüldü. Aortogram ile inen aortadan kaynaklanan ve sağ akciğer alt loba giren anormal bir arter gösterildi. Selektif anjiografi ile anormal arter görüntülenerek tanı doğrulandı ve cerrahiye verildi. Kitle lezyon veya masif hemoptizi ayırıcı tanısında pulmoner sekestrasyonlar düşünülmelidir.
Pulmonary sequestratıon is defined as an area of abnormal pulmonary tissue not connected with bronchial system, supplied by an aberrant systemic artery and without a normal pulmonary function. It is classified as extralobar and intralobar. Sequestrations are most frequently asymptomatic and discovered incidentally. While hemoptysis may be common presenting symptom, massive hemoptysis is rarely seen. We present a case of 21-years-old previously asymptomatic man whose initial presentation were massive hemoptysis and right chest pain. Chest x-ray revealed homogenous opacity in lateral segment of right lower lobe. Bacteriological and biochemical tests were normal. The thorax computed tomography revealed a mass lesion in the lateral segment of right lower lobe. Bronchoscopically, endobronchial system was normal. Color flow Doppler signals were observed in the mass lesion by color Doppler ultrasonographic evaluation. These findings suggested a diagnosis of pulmonary sequestration. The aortagram showed an abnormal artery originating from the descending aorta, and entering the right lower pulmonary lobe. By selective angiography, the anomalous artery was determined. The diagnosis was confirmed, and the patient was referred for operation. Pulmonary sequestration should be considered in the differential diagnosis of mass lesion or massive hemoptysis.

4.Asymptomatic Congenital Tracheoesophageal fistula Diagnosed in Adulthood: a case report
Oğuzhan Okutan, Tayfun Çalışkan, Zafer Kartaloğlu, Faruk Çiftçi, Ahmet İlvan
Pages 71 - 74
Trakeo-özefageal fistülün (TÖF) bir çok tipi vardır. Çoğu tipine özefagus atrezisi eşlik ettiği için erken dönemde tanı alırlar. Trakeanın membranöz kısmı ile özefagusun ince bir kanal ile birleştiği "H tipi fistül" de ise özefagus atrezisi olmadığı için geç çocukluk çağı ya da erişkin çağa kadar tanı konulamadan yaşayabilirler. Bu hastalar genellikle özellikle sıvı gıda alımından sonra öksürük atakları, retrosternal ağrı, tekrarlayan pnömoni tablosu ile karşımıza çıkarlar. Biz burada yirmi yaşında, erişkin yaşa kadar her hangi semptomu olmayan H tipi TÖF olan bir erkek hastayı sunuyoruz. Kliniğimize ateş ve sol yan ağrısı şikayeti gelen hastanın PA akciğer grafisinde sol diyafragma üzerinde bronşiyal izlerde belirginleşme izlendi. Çekilen toraks BT'de TÖF izlenmesi üzerine hastaya bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide; trakea orta bölümünde arka duvarda öksürme refleksi ile kapanan TÖF orifisi izlendi. Planlanan üst GİS endoskopisinde; özefagusun proksimalinde dişlerden itibaren yaklaşık 15.cm'de TÖF ağzı izlendi. TÖF çocukluk çağında genellikle cerrahi olarak onarılmaktadır. Hastalarda ameliyat sonrası en sık karşılaşılan komplikasyon, trakeomalazidir. Ameliyat sonrası, hastada özefagus motilitesindeki bozukluk nedeniyle disfaji, özefajit ve gastroözefageal reflü gibi problemler görülebilir. Bu sorunlar erişkin çağda da devam eder ve rezidüel özefagus disfonksiyonundan dolayı akciğerlere tekrarlayan aspirasyonlar olabilir.
There are many kinds of tracheoesophageal fistula (TEF). They are ususally diagnosed during childhood, because most are associated with esophageal atresia. H type fistula in which the membranous part of the trachea is connected to the esophagus with a thin fistula may not be diagnosed til adolescent or adulthood because it is not associated with esophageal atresia. These patients usually presnt with retrosternal pain, recurrent pneumonia and recurrent bouts of coughing after drinking. We present a male patient without any symptoms until adulthood with a H type TEF. The patient who presented with fever and left lateral chest pain, had increased bronchial markings on left diaphragm in chest X-ray. Bronchoscopic examination was performed because TEF was observed with thorax computerized tomography. In bronchoscopy the orifice of TEF that closed with coughing reflex at the middle part and the posterior wall of trachea was visiualized. The esophageal opening of the fistula that was located 15 cm from the tooth was seen at the proximal part esophagus in the esophagoscopy. Tef is usually treated surgically during childhood. The most common post-operative complication in these patients is tracheomalacia. There may be symptoms such as disphagia, esophagitis and gastroesophageal reflux postoperatively, because of dismotility of the esophagus. These problems may continue till adulthood and recurrent aspirations can occur in the lungs, because of residual dysfunction of the esophagus.

5.Eosinophilic Pneumonia Mimicking Lung Mass: a Case Report with the History of Fosinopril Use
Melih Büyükşirin, Gülru Polat, Serpil Karadağ Polat, Gülistan Küdür, Gültekin Tibet, Zekiye Aydoğdu
Pages 75 - 79
Eozinofilik akciğer hastalığı, değişik klinik, laboratuvar ve radyolojik görünümlere neden olmaktadır. 56 yaşında erkek olgu halsizlik, öksürük ve balgam çıkarma yakınmaları ile başvurdu. Üç aydır süregelen yakınmaları vardı. Toraks BT'sindeki lezyon, sağ üst lob apikal segment atelektazisine neden olan kitle olarak değerlendirildi. Periferik eozinofilisi olan hastanın, bronkoskopisinde, sağ üst lob apikal segment girişi daralmış olarak izlendi. Yapılan mukoza biyopsisi sonucu, eozinofil lökositten zengin kronik yangı elemanları olarak raporlandı. Fosinopril kulanım öyküsü de olan hastada, yakınmalarının üç aydır olması ve biyopsisinde kronik yangı elemanları olması nedeniyle kronik eozinofilik pnömoni düşünüldü. Olgu, literatür bilgileri eşliğinde sunuldu.
Eosinophilic lung disease can cause different clinical, laboratory and radiological appearances. Fifty six years old male case had applied with the complaints of weakness, cough and sputum production. The lesion on thorax CT was evaluated as mass which caused atelectasis in the apical segment of right upper lobe. The entrance of apical segment of right upper lobe was narrowed in the bronchoscopy. The result of mucosal biopsy had revealed chronic inflammation elements which is rich from eosinophils. The patient had also periferic eosinophilia. Chronic eosinophilic pneumonia was tought, because of the complaints of three months and biopsy result in the case who also had history of fosinopril use. The case was presented with the literature.

6.Respiratory Functions And Exer Cise Capacity In Asymptomatic Swyer James Syndrome: Report Of Two Cases
Gökhan Metin, Bülent Tutluoğlu, Benan Müsellim
Pages 80 - 85
Swyer James sendromu bir veya birden fazla lob veya tüm akciğerin hiperlusensi ve lezyonun olduğu tarafta hiler ve arteryel damarlanmada azalma ile karakterize bir tablodur. Bu çalışmada Swyer James sendromu tesbit ettiğimiz iki hastada erken solunum fonksiyon test değişiklikleri ve egzersiz test cevaplarını ölçmeyi planladık. Bazal fonksiyon testlerini yaptıktan sonra, hastalar bisiklet ergometresinde maksimal seviyeye kadar egzersiz yaptılar. Maksimal oksijen alımı (VO2max) test esnasında expire edilen gaz ölçümlerinden belirlendi. Sonuç olarak asemptomatik Swyer James sendromlu 2 hastada solunum fonksiyon test bozuklukları görülmekle beraber egzersiz esnasında VO2 max değerinin normal olabileceği kanaatine varıldı.
Aiming to determine the early functional changes and response to exercise test in two patients with Mac Leod Swyer syndrome. After performing the basal lung function tests, the subjects exercised until maximal level on a cycle ergometer. Maximal oxygen uptake (VO2max) was determined from expired gas measurements during test. In conclusion, respiratory function abnormalities in both obstructive and restrictive manner may be seen in even in asymptomatic Swyer James syndrome. Although lung function tests are affected, VO2max during exercise may be normal.



 
Quick Search

 




















 
Copyright © 2016 Turkish Respiratory Society. All rights reserved
Bu web sitesi sağlık profesyonellerine yöneliktir. İçeriğindeki yazılar ve dökümanlar hekim veya eczacı görüşü yerine geçmez. Sitenin kullanımıyla ilgili her türlü sorumluluk kullanıcıya/ziyaretçiye aittir.

LookUs & Online Makale