Main Page Aims and Scope Editorial Board Instructions to Authors Contact

 
Eurasian J Pulmonol: 11 (3)
Volume: 11  Issue: 3 - December 2009
Hide Abstracts | << Back
RESEARCH
1.Smoking Prevalence Among Celal Bayar University Faculty of Medicine
Beyhan Cengiz Özyurt
Pages 93 - 96
Amaç: Bu kesitsel araştırmada Celal Bayar Tıp Fakültesi öğrencilerinde sigara içme sıklığının saptanması amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: 2006-2007 öğrenim yılında fakültedeki toplam 429 öğrenciden araştırmaya katılmayı kabul eden 370’ine (%86.2) gözlem altında anket uygulanmıştır. Veri analizinde tanımlayıcı istatistikler ve ki-kare testi kullanılmıştır.
Bulgular: Yüz doksan dördü (%52.4) erkek olan öğrencilerin yaş ortalaması 20.62±1.83 yıldı. Öğrencilerin 45’i (%12.2) her gün, 6’sı (%1.6) bazen sigara içiyordu. Sigara içme yaygınlığı erkek öğrencilerde, kız öğrencilerden belirgin derecede yüksekti (erkek: %21.1, kız: %5.7) (p<0.001). Sınıflar arasında sigara içme alışkanlığı açısından anlamlı farklılık saptandı (p<0.001). En sık sigaraya başlama nedeni arkadaşlardı (%56.8). Halen sigara içen öğrencilerden 20’si (%39.2) sigarayı bırakmak istemekte, 10’u (%19.6) istememekte, 21’i (%41.2) ise kararsızdı. Sigara içen öğrencilerden 40’ı (%78.4) sigarayı bırakmayı denemiş olduğunu belirtti.
Sonuç: Sigara içme oranının yüksek olduğu tıp fakültesi öğrencilerinin sigara konusunda daha fazla bilinçlendirilmesi gerektiği söylenebilir.
Aim: In this cross-sectional study our aim was to determine the smoking prevalence in the students of Celal Bayar University Faculty of Medicine.
Material and methods: In the term of 2006-2007 there were 429 students in the faculty of medicine, we applied questionnaires under supervision to 370 students (86.2%) who accepted to participate in the study. For statistical analysis, descriptive statistics and chi-square test was used.
Results: The mean age of students was 20.62±1.83 years, 194 were male (52.4%). Forty five of the students (12.2%) were smoking regularly while 6 of them (1.6%) were occasional-smokers. The smoking prevalence was higher in males than females (male: 21.1%; female 5.7%; p<0.001). The difference among classes was significant (p<0.001). The main reason for beginning smoking was friends (56.8%). Of the students who have been smoking currently, 20 students (39.2%) wanted to quit smoking, 10 (19.6%) did not and 21 (41.2%) were undecided. Forty of the current smokers (78.4%) had tried to quit smoking previously.
Conclusion: It is concluded that medical students with high smoking prevelance should be educated more intensively about tobacco.

2.Smoking Habits and Nicotine Dependency Perceptions of the Students in Gaziosmanpasa University in Tokat
Serhat Çelikel, Ünal Erkorkmaz, Zehra Seyfikli
Pages 97 - 104
Amaç: Bu çalışma, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi öğrencilerinin sigara konusundaki tutum ve davranışlarını incelemek, sigara içiciliğinin sosyo-demografik özellikler ile ilişkisini araştırmak, nikotin bağımlılığı konusundaki subjektif değerlendirmeleri Fagerström Nikotin Bağımlılık Testi (FNBT) ile karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır.
Gereç ve yöntem: Çalışmamızda, GOP Üniversitesi bünyesindeki altı fakülteye bağlı 24 bölümdeki öğrencilere, demografik verilerini ve sigara alışkanlıklarını sorgulayan anket formu dağıtıldı. Sigara anket formu, altısı FNBT soruları, ikisi öğrencilerin alkol kullanımları ilgili olmak üzere, 26 sorudan oluşmaktaydı.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 1870 öğrencinin %53’ü erkekti ve yaş ortalamaları 21.2±2 idi. Sigara içmeyi deneyenlerin %55’i ilk denemelerini 15 yaşına kadar, %87’si 18 yaşına kadar yapmıştı. Düzenli sigara içme yaygınlığı genel olarak %36, erkeklerde %46, kızlarda %24 idi ve fark anlamlıydı (p<0.001). Sigara içenlerin %22’si ilk kez üniversitede sigaraya başlamıştı. Günde içtikleri sigara miktarını “çok” ve kendilerini “sigara bağımlısı” olarak tanımlayan öğrencilerin FNBT skorları anlamlı derecede daha yüksek bulundu (p<0.001). Öğrencilerin %24’ü alkol kullanıyordu. Ev ortamında sigara içilmesi, annenin eğitimli olması, okul performansının kötü olması ve alkol kullanımı, sigara içiciliği ile ilişkili bulundu. Ayrıca annesi sigara içen çocukların daha fazla nikotin bağımlısı oldukları saptandı.
Sonuç: Sigara içenlerin önemli bir bölümü sigaraya ilk kez üniversitede başlamaktadır ve bu nedenle sigara karşıtı çalışmalar için üniversiteler öncelikli hedeflerden biri olmalıdır. Ev ortamında sigara içilmesi, annenin eğitimli olması, okul performansının kötü olması ve alkol kullanımı, sigara içiciliği ile ilişkili bulunmuştur. Öğrenciler nikotin bağımlılıklarını doğru algılayabilmektedirler ve anneleri sigara içen öğrenciler daha fazla nikotin bağımlısı olmaktadır. Bu nedenle sigara karşıtı kampanyalarda sigara içen annenin önemi özellikle vurgulanmalıdır.
Aim: The aim of this study was to investigate the attitudes towards smoking, relations between smoking and demographic characters of students of Gaziosmanpaşa (GOP) University and compare their self perception of nicotine dependence and scores of Fagerström test for nicotine dependence (FTND).
Material and methods: The study was conducted in 24 departments of six faculties of GOP University by a questionnaire which contains 26 questions about demographic characters, nicotine dependence and also alcohol consumption.
Results: One thousand eight hundred seventy students were enrolled to the study and 53% of them were male. Mean age of the students was 21.2±2. Of the students, 55% has tried smoking before they were 15 years old and 87% before 18. Prevalance of current smokers was 36% (males 46%, females 24%, p<0.001). Of the smokers, 22% started to smoke in university. The ones who defined themselves as “nicotine dependent” and the amount of cigarettes they smoke as “many”, had significantly higher FTND scores. Growing in a house where family members smoke, having an educated mother, having poor school performance, and alcohol use were factors related with smoking. Furthermore, the ones whose mothers were smokers, were significantly more nicotine dependent.
Conclusion: Since significant number of students begin to smoke in university, universities should be the primary target for anti-smoking campaigns. Students are able to perceive their nicotine dependence properly. Smoking mothers have negative influences on smoking of their children and their nicotine dependence.This is why importance of smoking mother should be particularly emphasized in anti-smoking campaigns.

3.The Importance of Gender Factor in Evaluation of Spirometric and Nutritional Parameters in Patients with Stable COPD
Hayrettin Göçmen, Dane Ediger, Esra Uzaslan, Arzu Ertem, Ercüment Ege
Pages 105 - 108
Amaç: Stabil KOAH’lı hastalarda spirometrik ve nütrisyonel parametrelerin cinsiyet faktörü ile ilişkisini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya, spirometrik değerlendirmeyi etkileyebilecek ve malnütrisyon nedeni olabilecek ek sorunu olmayan stabil KOAH’lı hastalar dahil edildi. Olgulara SGRQ anketi yapıldı. Nütrisyonel parametreleri, spirometrik ve demografik verileri kaydedilerek değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmada, 81’i erkek, 19’u kadın ve hepsinde sigara öyküsü olan toplam 100 stabil KOAH’lı hasta (yaş ortalaması 65.1±4.3 yıl) prospektif olarak değerlendirildi. %FEV1 (p=0.003), %FEF25-75 (p=0.011), %PEF (p=0.003) değerlerinin ve sigara paket-yıl değerlerinin (p=0.009) kadınlarda anlamlı derecede düşük olduğu saptandı. VKİ değerlerinin kadınlarda (30.7±6.6) erkeklere göre (27.4±4.9) anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü (p=0.018). Erkeklerde triseps deri kalınlığı değerinin anlamlı derecede düşük (p<0.001), Saint George Solunum Anketi (SGRQ) puanlarının ise anlamlı derecede yüksek (p=0.036) olduğu gözlendi.
Sonuç: Sigara, KOAH oluşumunda en etkili ajandır. KOAH’lı kadınların, daha az sigara içmelerine karşılık spirometrik değerleri daha düşük bulunmuştur. Buna rağmen nütrisyonel parametrelerinde belirgin kötüleşme olmayışı ve SGRQ skorlarının daha düşük olması, sistemik yanıta kadın cinsiyetinde bir duyarsızlık olabileceğini düşündürmektedir.
Aim: We aimed to evaluate the relationship between sex factor, spirometric and nutritional parameters in patients with stable COPD.
Material and methods: Patients with stable COPD who had no additional problem that affects spirometric and nutritional results, were included in the study. By the application of SGRQ questionnarie nutritional parameters, spirometric and demographic findings of cases were recorded and evaluated.
Results: Totally 100 patients with stable COPD (81 males, 19 females and mean age 65.1±4.3 years) were evaluated prospectively. %FEV1 (p=0.003), %FEF25-75 (p=0.011), %PEF(p=0.003) values and smoking package-years (p=0.009) were found significantly higher in males. Body Mass Index values were significantly higher (p=0.018) in females (30.7±6.6) than males (27.4±4.9). In males higher triceps skin thickness values (p<0.001) and lower SGRQ scores (p=0.036) were found.
Conclusion: Smoking is the most important agent in devoloping of COPD. Although smoking duration was shorter in females spirometric findings were worse. In spite of this finding, because of better nutritional parameters and lower SGRQ scores, it is thought that there is insensitivity in females to systemic response.

4.Treatment Results of Patients Diagnosed with Tuberculosis in Our Hospital in 2006
Hatice Kaya, Faruk Çiftçi, Ogün Sezer, Erkan Bozkanat, Dilaver Taş, Zafer Kartaloğlu
Pages 109 - 114
Amaç: Hastanemizin 2006 yılına ait tüberkülozlu (TB) asker olgu serisini sunmak ve diğer seriler ile karşılaştırmak.
Gereç ve yöntem: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) en büyük TB tedavi merkezi özelliğini taşıyan hastanemizde, 2006 yılı içinde tanı konulan TB’li asker hastaların verileri geriye dönük olarak incelendi. Tüm hastalara bakteriyolojik muayene yapıldı. Tanı konulan hastalar, uygun antitüberküloz tedavi başlanarak, 6-12 ay boyunca takip edildi ve bu süre sonunda tedavi sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: 2006 yılı boyunca, 177 (%92.7) yeni, 14 (%7.3) eski olmak üzere, toplam 191 TB’li asker olgu saptanmıştır. Yeni olguların 145’i (%81.9) akciğer tüberkülozu (ATB), 47’si (%18.1) ise akciğer dışı tüberkülozdur (ADTB). ATB’li olguların 14’ünde ATB+ADTB birlikteliği vardı. ADTB olgularının birinde ise birden fazla organ tutulumu vardı. ADTB olgularının 40’ı (%85.1) plevra tüberkülozu, 3’ü (%6.4) tüberküloz lenfadenit, 2’si (%4.3) beyin tüberkülozu, 1’i (%2.1) tüberküloz orşit, 1’i (%2.1) de tüberküloz bursit olarak saptandı. ATB’li olgularımızın 89’u (%61.4) yayma (+), 56’sı (%38.6) ise yayma (-) olarak saptandı. Tedavi sonuçlarına göre, yayma (+) 89 olgumuzun 80’i (%89.9) kür, 1’i (%1.1) tedavi tamamlama olmak üzere, toplam 81’inde (%91) tedavi başarısı, 1’inde (%1.1) tedavi başarısızlığı, 7’sinde ise nakil (%7.9) vardı.
Sonuç: Merkezimizde, yayma pozitif hastalarda saptadığımız kür sonuçlarının, Dünya Sağlık Örgütü tarafından istenilen %85’lik düzeyin üstünde olduğu gözlemlenmektedir.
Aim: To present a series of soldier cases with tuberculosis (TB) for the year of 2006 in our hospital and to compare them with the cases in other studies.
Material and methods: In this study, data was retrospectively analyzed for soldier patients diagnosed with tuberculosis (TB) in our hospital in 2006. Our hospital is the greatest TB treatment center of the Turkish Armed Forces (TAF). Microscopical examination was done for all cases. A proper treatment was initiated for all patients with a diagnose and they were followed during the next 6-12 months. At the end of that period, treatment results were assessed.
Results: During 2006 a total of 191 cases with TB were found. One hundred forty five of these cases (81.9%) were pulmonary tuberculosis (PTB) and 47 of them were (18.1%) extra pulmonary tuberculosis (EPTB). It was discovered that 177 of our cases (92.7%) were new and 14 of them were (7.3%) old. Fourteen PTB patients had EPTB at the same time. One patient had more than one extra pulmonary tuberculosis. Forty of total 47 EPTB cases (85.1%) were pleural TB. The number of smear positive and smear negative cases were 89 (61.4%), 56 (38.6%) respectively. In smear positive 89 cases, treatment outcomes were classified as follows: 80 cases (89.9%) were cured, one patient (1.1%) completed treatment. Treatment success was managed in a total of 81 cases (91%). One of smear positive patients (1.1%) was treatment failure, seven cases (7.9%) were transfered to other centers.
Conclusion: Our cure results in smear positive patients are above the rate of 85% targeted by WHO.

5.Comparison of Deksmedetomidin and Propofol Effects During Flexible Fiberoptic Bronchoscopy
Tülay Hoşten, Nur Baykara, Zeliha Arslan, Mine Solak, Kamil Toker, Ahmet Ilgazlı
Pages 115 - 120
Amaç: Fleksibl fiberoptik bronkoskopinin (FFB) lokal anestezi altında yapılmasına karşılık hastalar sık sık öksürük, ağrı ve boğulma hissinden yakınırlar. Propofol iyi bir sedasyon düzeyi, hemodinamik stabilite, amnezi ve hızlı derlenme sağlar. Deksmedetomidin santral etkili bir a2 adrenoreseptör agonisttir, solunum depresyonu yapmadan amnezi ve analjezi sağlar. Bu çalışmada FFB işleminde kullanılan deksmedetomidinin ve propofolün amnezi, tolerans ve hasta memnuniyeti üzerindeki etkileri karşılaştırılmıştır.
Gereç ve yöntem: Prospektif, çift kör, randomize olan bu çalışmaya diagnostik FFB yapılacak 30 hasta dahil edildi. Hastalar Grup D (deksmedetomidin, n=15) ve Grup P (propofol, n=15) olarak ayrıldılar. Sedasyon düzeyi Ramsey sedasyon skalası 3 olacak şekilde planlandı. FFB bitiminde hastalar, bir kez anestezist, işlemden sonra da bronkoskopist tarafından amnezi, FFB işlemine tolerans ve hasta memnuniyeti açısından değerlendirildiler.
Bulgular: Prosedürler, FFB işlemi sırasında sistolik ve diyastolik kan basınçları ile derlenmede kalış süreleri benzerdi (p>0.05). Grup D’de diğer gruba göre kalp hızı daha düşük, periferik oksijen satürasyonu daha yüksekti ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Gruplar karşılaştırıldığında amnezi, tolerans (ağrı, öksürük ve boğulma hissi) ve hasta memnuniyeti benzerdi (p>0.05). Çalışma süresince sadece Grup P’de bir hasta desatüre oldu ama oksijen desteğinin artırılmasıyla periferik oksijen satürasyonu normal değerlerine yükseldi.
Sonuç: FFB’de sedasyon süresince propofol ve deksmedetomidin benzer hemodinamik, solunumsal, amnezik özellikler göstermiş, işleme tolerans ve kabul edilebilirlik üzerinde benzer etkileri olmuştur. Bu nedenle FFB süresince sedasyon tercih ediliyorsa, deksmedetomidin propofole alternatif olarak kullanılabilir.
Aim: Eventough flexible fiberoptic bronchoscopy (FFB) is performed under local anesthesia, patients frequently complain of cough, pain and sensation of asphyxiation. Propofol supply a good sedation level, hemodynamic stability, amnesia and quick recovery. Dexmedetomidine is a centrally effective a2 adrenoreceptor agonist, it provides amnesia and analgesia without respiratory depression. The effects of dexmedetomidine and propofol usage during FFB on amnezia, tolerance and patient satisfaction are compared in this study.
Material and methods: Thirty patients undergoing diagnostic FFB were included in this prospective, randomized, double-blind study.. Patients were assigned to have either Grup D (dexmedetomidine n=15) or Grup P (propofol, n=15). The level of the sedation was adjusted to reach Ramsey sedation score 3. At the end of FFB, patients were first interrogated by the anesthezist and then by the bronchoscopist, about amnesia, tolerance and patient satisfaction for FFB.
Results: Demographic data, pulmonary function tests, diagnostic procedures, systolic and diastolic BP during FFB procedure and duration of recovery room staying were similar between two groups (p>0.05). Heart rate was lower and SO2 was higher in group D compared to group P but these differences were not statistically significant (p>0.05). In comparison of the groups, both dexmedetomidine and propofol shown similar effects on amnesia, tolerance (pain, cough, sensation of asphyxiation) and patient acceptance. One patient in Group P was desaturated during study, but peripheral oxygen saturation increased to baseline values with increasing oxygen supply.
Conclusion: Both propofol and dexmedetomidine had similar effects in cardiovascular and respiratory system, on amnesia, analgesia, cough, sensation of asphyxiation and pain during sedation on FFB. If sedation is preferred during FFB, dexmedetomidine can be used as an alternative to propofol.

6.Atypical Paranchymal Radiological Findings in Sarcoidosis
Ahmet Ertuğrul, Ergun Tozkoparan, Ömer Deniz, Metin Özkan, Hayati Bilgiç
Pages 121 - 124
Amaç: Sarkoidozun atipik parankimal radyolojik bulgularının önemini belirtmek.
Gereç ve yöntem: 2002-2007 yılları arasında histopatolojik olarak sarkoidoz tanısı alan hastalar retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: 2002-2007 yılları arasında sarkoidoz tanısı alan 34 hasta vardı. Otuz dört sarkoidoz hastasının altısında (%17.6) atipik parankimal radyolojik bulgular saptandı. Hastaların ikisi kadın (%33), dördü erkekti (%66) ve ortalama yaşları 30.5±10.1 idi. En sık şikâyetleri halsizlik ve nefes darlığıydı. Hastalarda saptanan atipik radyolojik bulgular bir hastada bilateral plevral efüzyon, 2.5 cm’lik soliter pulmoner nodül ile bilateral yamalı hava bronkogramları içeren konsolide alanlar (alveoler sarkoidoz), bir hastada tüm akciğer alanlarını kapsayan difüz buzlu cam görünümü, bir hastada yaygın mozaik perfüzyon görünümü ve kalan üç hastada bilateral alveoler sarkoidoz şeklindeydi.
Sonuç: Literatürde “büyük taklitçi” olarak da adlandırılan sarkoidozun atipik parankimal radyolojik bulguları çeşitlidir. Klinik pratikte hastaların yaklaşık %20’sinde görülebilmektedir. Bu yüzden atipik bulguların akılda tutulması, daha erken tanı ve tedavi olanağı sağlayacaktır.
Aim: To emphasize the importance of atypical paranchymal radiological findings of the sarkoidosis.
Material and methods: The sarcoidosis patients, which were histopathologically diagnosed between 2002-2007, were examined retrospectively.
Results: There were 34 patients, diagnosed as sarcoidosis between 2002-2007. In six of these 34 patients (17.6%) atypical paranchymal findings were determined. Two patients were female (33%), four patients were male (66%) and mean ages were 30.5±10.1. The most frequent complaints were dyspnea and fatigue. The determined atypical radiological findings were as follows: bilateral pleural effusion, solitary pulmonary nodule 2.5 centimeters in diameters, bilateral patchy consolidations involving air bronchograms (alveoler sarcoidosis) (one patient), diffuse ground-glass appereance (one patient), diffuse mosaic perfusion defect (one patient) and alveoler sarcoidosis (three patients).
Conclusion: The atypical paranchymal radiological findings of the sarcoidosis, which is also named as “great masquerader” in the literature, are various. These findings can be seen in approximately 20% of the patients in clinical practice. Therefore, keeping in mind the atypical radiological findings of sarcoidosis can provide early diagnosis and treatment.

CASE REPORT
7.Re-evaluation of Our Sarcoidosis Patients Because of Three Pleural Sarcoidosis Cases
Nurcin Çimen Özışık, Gülfem Yurteri, Sevtap Sipahi Demirkök
Pages 125 - 129
Amaç: Sarkoidozda plevra tutulumu çeşitli serilerde %0.3-7 arasında bildirilmektedir. Günümüzde geniş çaplı bir otopsi çalışması bulunmamasıyla birlikte, geçmişteki olgu bazlı bildirilerde çok daha yüksek oranlara rastlanılmaktadır. Plevral tutulum hastaların ancak %2-4’ünde klinik belirti vermektedir ve direkt grafide efüzyon varlığı %1-3 dolayındadır. Toraks BT’de plevral kalınlaşma ve az miktarda sıvı varlığı ise daha sık rastlanılan bir bulgudur. Tanı genellikle kolay ulaşılabilir yerlerden (skalen lenf nodu, transbronşiyal) alınan biyopsilerle doğrulandığından, plevra tutulumuna ait bulgu olsa bile gösterilmesi çok az vakada gerekmektedir. Bu çalışmada, açık akciğer biyopsisi ile plevra tutulumu kanıtlanmış üç olgu ışığında sarkoidoz hastalarımızın bazı özellikleri gözden geçirilmiştir.
Gereç ve yöntem: 1992-2005 yılları arasında Süreyyapaşa Hastanesi’nde sarkoidoz tanısı almış 30 olgu epidemiyolojik ve klinik özellikleri ile birlikte plevra tutulumu açısından retrospektif olarak incelenmiştir.
Bulgular: Yirmi yedi (%90) kadın, üç (%10) erkek olguyu kapsayan çalışmamızda, yaş ortalaması 41.1±12.8 olarak bulundu (yaş aralığı 17-68). Hastaların beşinde (%16.7) sigara, dördünde (%13.3) tüberküloz anemnezi vardı. Olguların yedisinde (%23.3) dalak, dördünde (%13.3) karaciğer, üçünde (%10) plevra, ikisinde (%6.6) göz ve birinde (%3.3) deri tutulumu saptandı. Olguların yedisine (%23.3) açık akciğer biyopsisi yapılmıştı ve üçünde nonkazeifiye granülomlar saptanarak plevral tutulum kanıtlandı.
Sonuç: Çalışmamızda, göğüs cerrahisi olmayan merkezlere göre sarkoidozlu olgularımızda daha yüksek oranda plevral tutulum saptanmıştır. Sarkoidozda plevra tutulumunun gerçek sıklığının belirlenmesi amacıyla, açık akciğer biyopsisi sırasında alınacak plevral biyopsi örneğinin histopatolojik değerlendirilmesinin önemi büyüktür.
Aim: The reported prevalence of pleural involvement in sarcoidosis varies between 0.3-7%. Although pleural involvement in sarcoidosis is considered to be more frequent in autopsy studies, we did not met any strict serial autopsy studies regarding pleural involvement reported in the literature. Clinical signs are observed in only 2-4% of patients and pleural effusion can be detected on X-ray in 1-3% of sarcoidosis cases. Pleural thickening and minimal pleural effusion is a more frequent finding in thorax CT. As the diagnosis is usually confirmed by biopsies taken from regions that are easily reached such as scalen lymph nodes, transbronchial biopsies, only in few cases confirmation is required for pleural involvement. In this study we examined our 30 sarcoidosis cases in the light of three cases with pleural involvement verified with open lung biopsy.
Material and methods: Thirty patients who had sarcoidosis diagnosis at Süreyyapaşa Hospital between 1992-2005 were evaluated retrospectively for epidemiologic, clinical characteristics and pleural involvement.
Results: Mean age of 30 patients (27 female, three male) was 41.1±12.8 years (range 17-68). Five cases (16.7%) had the history of smoking and four cases (13.3%) tuberculosis. Spleen involvement was seen in seven (23.3%), liver in four (13.3%), eye in two (6.6%), skin in one (3.3%) and pleura in three (10%) of the 30 patients. Sarcoidosis was diagnosed with open lung biopsy in seven (23.3%) patients, three of them had pleural involvement with noncaseating granulomas verifying pleural involvement.
Conclusion: In our study the diagnosis of sarcoidosis with pleural involvement was seen more frequently than the centres without surgical department. We believe that the histopathological evaluation of pleural biopsy material performed by open lung biopsy is crucial to show the real frequency of pleural involvement in sarcoidosis.

8.Very Rare Malignant Tumor of the Pleura: Primary Synovial Sarcoma
Füsun Şahin, Nur Ürer, Gülseren Karapınar, Sezai Öztürk, Pınar Yıldız
Pages 130 - 133
Plevral sinovyal sarkom, plevranın oldukça nadir görülen bir tümörüdür ve İngilizce literatürde sadece 16 olgu rapor edilmiştir. Bu makalede, masif eksudatif hemorajik plevral efüzyonlu orta yaşlı bir primer sinovyal sarkom olgusu sunulmaktadır.
Hasta, kliniğimize, dört aydır süren öksürük, göğüs ağrısı, gece terlemeleri ve kilo kaybıyla birlikte olan, zaman içerisinde gittikçe kötüleşen nefes darlığıyla başvurdu. Fizik muayenede sağ hemitoraksta azalmış fremitus, perküsyonda matite mevcuttu ve solunum sesleri duyulamadı. Bilgisayarlı tomografide sağ torasik boşlukta masif plevral efüzyon ve sağ plevral yüzeyde, en büyüğü 2.4 cm çapında nodüller izlendi. Torasentezle alınan hemorajik sıvının LDH ve protein incelemeleri sonucunda eksuda karakterinde olduğu gösterildi. Plevra biyopsisi ve plevral sıvının histositolojik incelemesi sonucu, kronik non-spesifik plörit olarak geldi. Bu sonuç üzerine daha ileri inceleme olarak VATS (Video -Assisted Thoracoscopic Surgery) yapıldı. VATS ile alınan plevral doku örneğinin immünohistokimyasal analizinde tümör hücrelerinde pansitokeratin, vimentin, sitokeratin S, EMA ve S-100 ile pozitif; kalretinin, TTF-1, CEA ile negatif boyanma elde edildi. Bütün bu bulgular ışığında olgu “Primer Plevral Sinovyal Sarkom” olarak değerlendirildi. Hastaya kemoterapi verildi.
Pleural synovial sarcoma is an exceptional neoplasm of the pleura and only 16 cases have been reported in the English language literature. In this report, we are presenting a case of middle aged male with massive exudative hemorrhagic pleural effusion.
The patient presented with progressively worsening shortness of breath for the past four months and cough, chest pain, night sweats and weight loss. Physical examination revealed decreased fremitus, dullness to percussion and absence of breath sounds at right hemithorax. A computed tomography scan revealed large pleural effusion in the right thoracic cavity. There were multiple nodules (bigest nodule was 2.4 cm) on the right pleura in CT. Thoracentesis showed hemorrhagic fluid with elevated lactate dehydrogenase (LDH) and protein suggestive of exudation. Histocytological analysis of pleural effusion and pleural biopsy showed chronic non-specific pleuritis. Because of this result, VATS (Video- Assisted Thoracoscopic Surgery) was done. Immunohistochemical analysis of VATS specimen revealed positive staining of the tumor cells for pancytokeratin, vimentin, cytokeratin S, EMA, S-100 and negative staining for calretinin, TTF-1, CEA. These findings led us to a diagnosis of primary synovial sarcoma of the pleura. The patient was given chemotherapy.

9.Haemoptysis Caused by Leech Infiltration in Larynx
Ayperen Kunduracıoğlu, Işıl Karasu, Arman Afrashi, Ayşe Özsöz, Aydan Çakan, Nimet Aksel
Pages 134 - 136
Yetmiş yedi yaşında erkek hasta, balgamla karışık hemoptizi ve ses kısıklığı yakınmaları ile kliniğimize başvurdu. Yakınmaları, başvurusundan beş gün önce başlamıştı. Ayrıntılı anamnez alındığında, şikâyetlerinin, kaynak suyuyla ağzını çalkaladıktan sonra başladığı öğrenildi. Solunum sistemi muayenesinde stridor duyuldu; solunum sesleri bilateral azalmıştı. Akciğer radyogramında bilateral üst zonlarda lineer fibrotik heterojen dansite artışı, toraks bilgisayarlı tomografisinde bilateral apikal bölgelerde sekel fibrotik değişiklikler ve bilateral üst loblarda daha belirgin olan amfizematöz alanlar izlendi. Laboratuvar tetkiklerinde rutin hemogram ve biyokimyasal parametreleri normal idi. Arteriel kan gazı incelemesinde ılımlı hipoksi saptandı. Hemoptizi ve ses kısıklığı nedeniyle, olası bir üst solunum yolu hastalığını ekarte etme amacıyla kulak burun boğaz hastalıkları uzmanı ile konsülte edildi. İndirekt larengoskopide, larenkste rima glottisi büyük oranda obstrükte eden siyah-yeşil renkli canlı bir yabancı cisim izlendi. Genel anestezi altında süspansiyon larengoskopisi yapılarak, yaklaşık 5 cm uzunluğunda, siyah-yeşil renkli, canlı bir yabancı cisim çıkarıldı. Bronkoskopi incelemesinde bronşiyal ağacın distal kısmı normal bulundu. Yabancı cisim, parazitoloji kliniğine konsülte edildi ve hirudina medicina (tıbbi sülük) olarak isimlendirildi.
Hirudina medicina ile kontamine kaynak suyuyla ağız yıkama sonrası hemoptizi gelişen olgumuz, nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur.
Bu olgu sunumunu, larenks sülüğünün neden olduğu hemoptizinin ender görülmesi ve sülüğün çıkarılması işleminin olağandışılığı nedeniyle seçtik.
A 77 years old male patient admitted to our hospital with complaints of mild bleeding with sputum and hoarseness of voice. He told that the symptoms had begun suddenly five days ago. After our insistent questioning, he remembered that the symptoms had begun after washing his mouth and face with spring water. On his physical examination stridor was heard and bilateral reduction of breathing sounds was found. Chest X-ray showed linear fibrotic heterogeneous density at bilateral upper zones. Thoracic CT revealed sequel fibrotic changes at bilateral apical regions and emphysematous areas more prominent at bilateral upper lobes. Routine haemogram and biochemical analysis of blood were normal. Arterial blood gas analysis revealed mild hypoxia. In order to eliminate an upper airway disease ear-nose-throat specialist consultation was carried out, and surprisingly, a black-green colored alive foreign body which extremely obstructed rima glottis at larynx was observed by indirect laryngoscopy. The 5 cm long black-green colored alive foreign body was removed out by suspension laryngoscopy. Bronchoscopy, which was performed after the removing process, was normal. The foreign body was consulted by parasitology department. It was identified as hirudina medicina (medical leech).
Hirudina medicina can live in spring water and infect people while washing mouth with contaminated spring water.
We preferred to present this case, because laryngeal leech is a rare cause of haemoptysis and its removal process was extraordinary.

10.Muscular Hydatidosis
Ufuk Çobanoğlu
Pages 137 - 139
Kist hidatik; özellikle tarım ve hayvancılığın yaygın olduğu ülkelerde sık görülen, çoğunlukla köpek dışkısı ile insana bulaşan ekinokok çestodunun neden olduğu paraziter bir hastalıktır.
Hastalık parazitin yerleştiği organda kistik lezyonlar oluşturması ile karakterizedir. En sık yerleştiği organlar karaciğer (%60) ve akciğerdir (%30). Bu iki organ dışında vücudun tüm bölgelerinde atipik lokalizasyonlarda karşımıza çıkabilir.
Bu çalışmada, 31 yaşında bayan hastada, sol latissimus dorsi kasında lokalize kist hidatiği olgusu sunuldu. Toraks tomografisi incelemesi sonucunda sol latissimus dorsi kasında lobüle kontürlü, derin fasiyal ve müsküler uzanım gösteren 15320 cm boyutlarında kistik-solid kitle tespit edildi.
Genel anestezi altında kist kapsülü açıldı ve bir adet büyük ve çok sayıda küçük veziküller içeren kist total olarak eksize edildi. Patolojik inceleme sonucunda iskelet kası kist hidatiği tanısı konuldu.
Endemik bölgelerde, kaslarda iyi sınırlı kistik kitle tespit edilen hastaların ayırıcı tanısında kist hidatik düşünülmesi gerektiği kanaatindeyiz.
Hydatid cyst, frequent in sheep raising countries, is a parasitic disease caused by a cestode named echinococcus and spreaded to man generaly by dog faeces.
The disease is characterised with cystic lesions in involved organs. Liver (60%) and lung (30%) are mostly affected organs. It may also be seen in the other areas as atyptical localisations.
In this study, we present a 31 year-old famale patient diagnosed with hydatid cyst located at left latissimus dorsi muscle. We detected a solid-cystic mass showing lobulated contour, 15320 cm in diameter, deep fascial and muscular extension in the left latissimus dorsi muscle in thorax tomographia examination.
After the general anestezia, hydatid cyst and its capsule was removed totally. The diagnosis of hydatid cyst was confirmed histopathologically.
We consider that hydatid cyst should be included in differential diagnosis of a well-defined muscular cystic mass in the endemic areas.

11.Subject Index

Pages 141 - 142
Abstract | Full Text PDF

12.Author Index

Pages 143 - 144
Abstract | Full Text PDF



 
Quick Search

 




















 
Copyright © 2016 Turkish Respiratory Society. All rights reserved
Bu web sitesi sağlık profesyonellerine yöneliktir. İçeriğindeki yazılar ve dökümanlar hekim veya eczacı görüşü yerine geçmez. Sitenin kullanımıyla ilgili her türlü sorumluluk kullanıcıya/ziyaretçiye aittir.

LookUs & Online Makale