Eurasian J Pulmonol: 12 (1)Volume: 12 Issue: 1 - April 2010 |
|
Hide Abstracts | << Back | RESEARCH |
1. | Smoking Habits of University Students and Level of Their Knowledge About The Topic Evrim Eylem Akpınar, Serdar Akpınar, Meral Gülhan Pages 1 - 6
Amaç: Tütün kullanımı, dünyadaki en önemli önlenebilir ölüm nedenidir. Sigara içenlerin 1/3’ü 13 yaflından, %90’ı ise 20 yaflından önce sigaraya başlar. Bu nedenle sigara firmaları sistemli biçimde çocuklara ve gençlere yönelmektedir. Bu çalışmanın amacı, sigara firmalarının hedefleri içinde olan üniversite öğrencilerinin tütün kullanımı ile ilgili bilgi düzeyini ölçmek ve gençlerin tütün kullanımı ile ilgili tutumunu değerlendirmektir. Gereç ve yöntem: Çalışmaya Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi (TF), Hukuk Fakültesi (HF) ve Hemşirelik Yüksek Okulu (HYO) öğrencileri arasından gönüllü olan 324 genç alındı. The Global Youth Tobacco Survey Collaborative Group tarafından hazırlanan “Global Youth Tobacco Survey” (GYTS) adlı ankete nargile kullanımı ile ilgili sorular eklenip, üniversite etik kurulu onayıyla öğrencilere uygulandı. Bulgular: Öğrencilerin %38’i halen sigara içmekteydi. Sigara içme oranı en yüksek HF, en düşük TF öğrencilerinde bulundu (p<0.05). Sigaranın zararlarıyla ilgili ders alma oranı TF’de en yüksekti (p<0.001). Erkek öğrencilerde sigara ve nargile içme oranı kız öğrencilere göre daha yüksekti (p<0.05, p<0.001). Sigara içenlerin çoğu (%79) sigaraya üniversiteden önce bafllamıfltı. Hukuk fakültesindeki öğrencilerde ve erkek öğrencilerin arkadafllarında sigara içme oranı daha yüksek bulundu (p<0.001). Yüzde 15.4’ü hem sigara hem nargile içerken, %12.7’si sadece nargile içiyordu. Üç yüz bir öğrenci (%92.9) sigaranın, 234 öğrenci (%72.2) nargilenin zararlı olduğunu biliyordu. İki yüz seksen beş öğrenci (%85) pasif içiciliğin zararlı olduğunu belirtti. Öğrencilerin %76.2’si kapalı alanlarda sigara içme yasağını destekliyordu. Halen sigara içmekte olan 99 öğrencinin %62’si sigarayı hemen bırakmak istiyordu, ancak %59’u sigarayı bırakmaları için yardım veya tavsiye almamıştı. Sonuç: Çalıflmamızda, öğrencilerin %79’unun üniversite öncesi sigaraya başlaması, önlemlerin küçük yaşlarda alınması gerektiğini bir kez daha göstermiştir. Bu eğitim sırasında, özellikle bilgi düzeyi daha düşük olduğu için, nargilenin zararlarının da vurgulanması gerekmektedir. Sigaraya başlamış olan gençlerin çoğu sigarayı bırakmak istemektedir. Bu konuda yeterli desteğin verilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Aim: Smoking is the most important preventable cause of death in the world. One third of the smokers start smoking before the age of 13 and 90% start before the age of 20. Therefore, cigarette companies systematically target young people. The aim of this study is to determine the level of knowledge of university students and to evaluate their attitude about smoking. Material and methods: Three hundred twenty four students from faculty of medicine (MF), faculty of law (LF) and nursing school (NS) of Ufuk University were included in the study. A questionnaire prepared by Youth Tobacco Survey Collaborative Group and named “Global Youth Tobacco Survey” (GYTS) was performed after adding some questions about use of nargile (water-pipe). Results: Thirty eight percent of the students were current smokers. The smoking rate was highest in LF and lowest in MF (p<0.05). The learning rate of the damage smoking can cause was highest among MF students (p<0.001). Smoking and water-pipe use were more prevelant among males (p<0.05, p,0.001). Most of the smokers (%79) had started smoking before university. Smoking rate was higher among LF students and friends of males (p<0.001). Among the students,15.4% was smoking both cigarette and water-pipe, 12.7% only water-pipe. While, 92.9% of students had known that smoking was harmfull, only 72.2% of them was aware of the damage water-pipe can cause. Two hundred eighty five students (85%) indicated that passive-smoking was harmfull and 76.2% of them supported prohibition of smoking. Although, 62% of 99 current smokers wanted to stop smoking, 59% of them did not take any help or advice. Conclusion: Seventy nine percent of the students who were included in the study started smoking before university. This result showed once again that efforts to prevent smoking should start at early ages. Because of the low level of knowledge, the damages of water-pipe should be emphasized. Since most of the young people who are current smokers want to stop smoking, supportive preventions must be arranged. |
|
2. | The Effectiveness of Vinorelbine plus Cisplatine and Gemsitabine plus Cisplatine in Local Advanced Nonsmall Cell Lung Cancer Berna Eren Kömürcüoğlu, Hamide Aydoğdu, Serpil Tekgül, Enver Yalnız, Emel Özden Pages 7 - 12
Amaç: Çalışmamızda, lokal ileri evre KHDAK tedavisinde vinorelbin-sisplatin (VP) ve gemsitabin-sisplatin (GP) rejimlerinin etkinlik, toksisite, yaşam kalitesi ve yaşam süresi açısından, etkinlik ile farklılıklarının karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve yöntem: VP kolunda 24 olguya vinorelbin 30 mg/m2 (1. ve 8. gün) ve sisplatin 80 mg/m2 (1. gün), GP grubunda 24 olguya gemsitabin 1250 mg/m2 (1. ve 8. gün) ve sisplatin 80 mg/m2 (1. gün) uygulandı. Kombinasyonlar, 21 gün ara ile en çok dört kür yapıldı. Olgulara EQRTC-QLQ C30 ve EORTC-QLQ LC yaşam kalitesi anketleri her kür öncesi uygulandı. Olgular tedavi sonrası iki yıl izlendi ve sonuçlar retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: VP kolundaki on hastada kısmi yanıt (%45.5), sekiz hastada stabil yanıt (%36.4), dört hastada progresif yanıt; GP kolunda 11 hastada kısmi yanıt (%45.8), dokuz hastada stabil yanıt (%37.5), dört hastada progresif hastalık saptandı. İki grupta da tam yanıt izlenmedi. Ortalama yaşam süresi iki kolda sırasıyla, 9 ile 11 ay, progresyon süresi 6 ile 5 ay, bir yıllık yaşam süresi %41.6 ile %30.9 idi. Yanıt oranları, ortalama yaşam süresi ve bir yıllık yaşam süresi arasında anlamlı bir fark yoktu. En sık görülen hematolojik yan etki VP ve GP kolunda grad I anemi idi (%13-%20.71). Grad 3-4 nötropeni ve nötropenik ateş VP kolunda daha sık izlendi (%16.6-%3.6). Nonhematolojik toksisiteler arasında VP kolunda konstipasyon, GP kolunda ateş daha fazla görüldü. Yaşam kalitesi değerlendirmesinde, VP kolunda sosyal fonksiyonda kötüleşme, GP kolunda fonksiyonel skalada KT ile birlikte bir düzelme vardı. Sonuç: Nötropeni ve nötropenik ateşe VP kolunda daha sık rastlandı ancak oranlar literatürle uyumluydu. Lokal ileri ve ileri evre KHDAK’de VP ve GP kombinasyonları arasında yanıt, yaşam süresi, yaşam kalitesi açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Aim: Aim of the study is to determine the effectiveness and differences on the effectiveness, survival, toxicity and quality of life assessment of vinorelbine plus cisplatine (VP) and gemsitabine plus cisplatine (GP) chemotherapy regimens in local advanced NSCLC. Material and methods: Twenty four patients received vinorelbine 30 mg/m2 (day 1 and 8) plus cisplatine 80 mg/m2 in VP arm and gemsitabine 1250 mg/m2 (day 1 and 8) plus cisplatine 80 mg/m2 in GP arm. Cycles were recevied in every 21 days up to four cycles. Quality of life assessment (EQRTC-QLQ C30 and EORTC-QLQ LC) was performed before each cycle. Patients were followed-up two years after therapy and results were evaluated retrospectively. Results: In VP arm partial response was found in ten patients (45.5%), stable disease in eight patients (37.5%) and progressive disease in four patients. In GP arm partial response was found in 11 patients (45.8%), stable disease in nine patients (37.5%), progressive disease in four patients. Median survival time in each arm was 9 and 11 months, time to progression 6 and 5 months, one year survival was 41.6% and 30.9% respectively. There were no differences between groups in response rates, median survival time and one year survival time. Grade I anemia was the most common hematological toxicity in each group (13%-20.71%). There were significant differences in grade 3-4 neutropenia between arms which was significantly higher in VP arm (16.6%-3.6%). There were statistical differences in nonhematological toxicities; constipation was higher in VP arm, fever was higher in GP arm. Quality of life assessment found deterioration in social function in VP arm, improvement in other functions. In GP arm there was improvement in functional status with chemotherapy. Conclusion: There were significant differences in neutropenia in VP arm but percentages were consistent with literature. No differences were identified in response rate, survival, quality of life scale between VP and GP regimens in local advanced NSCLC. |
|
3. | The Role of PET-CT in Mediastinal Lymph Node Staging in Non-small Cell Lung Cancer Ebru Bellek, Salih Serdar Erturan, Metin Hallaç, Kerim Sönmezoğlu, Kamil Kaynak, Kürşat Bozkurt, Canan Akman, Büge Öz, Mustafa Yaman Pages 13 - 20
Amaç: Bu çalışmada, BT ve PET-BT’nin preoperatif evrelemedeki doğruluk, duyarlılık ile özgüllük oranlarının ve iki görüntüleme yönteminin negatif ile pozitif prediktif değerlerinin saptanarak, PET-BT’nin tedavi yönetimine katkısının belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya, 37’si erkek, 7’si kadın, 44 hasta alınmış olup olguların yaş ortalaması 60.7’dir. Tüm olgulara fleksibl bronkoskopi, toraks BT ve PET-BT uygulanmıştır. Bütün hastalara mediastinoskopi, iki hastaya ayrıca mediastinotomi yapılmıştır. Mediastinoskopisi negatif olan 34 olguya ve neoadjuvan kemoterapi sonrası üç olguya, yani toplam 37 olguya torakotomi ve sistematik mediastinal lenf nodu örneklemesi yapılmıştır. Bulgular: Bu çalışmada, metastatik lenf nodlarının saptanmasında toraks BT’nin duyarlılık, özgüllük ve doğruluk oranları sırasıyla, %66.7, %62.1, %63.6 bulunmuştur. BT’nin negatif ve pozitif prediktif değerleri ise %78.3 ve %47.6’dır. BT’ye dayanılarak 44 olgudan 29’una (%65.9) doğru evreleme yapılmış, yedi olgu (%15.9) düşük evre, sekiz olgu (%18.1) ise yüksek evre olarak değerlendirilmiştir. Çalışmamızdan elde edilen sonuçlara göre mediastinal lenf nodu metastazlarının saptanmasında PET-BT’nin toplam duyarlılığı, özgüllüğü, doğruluk oranı ve pozitif ile negatif prediktif değerleri sırasıyla, %86.7, %65.5, %72.7, %56.5 ve %90.5 olarak saptanmıştır. PET-BT ile on olguda yalancı pozitiflik, iki olguda ise yalancı negatiflik saptanmıştır. Bu durumda, çalışma sonucuna göre PET-BT’nin yalancı negatiflik ve pozitiflik oranları sırasıyla %13.3 ve %34.5’tir. TNM evresine bakıldığında, PET-BT 44 olgudan 29’unu (%65.9) doğru evrelemiş, altı olguyu (%13.6) daha düşük evre, dokuz olguyu (%20.4) ise daha yüksek evre olarak değerlendirmiştir. Sonuç: Mediastinal lenf nodu evrelemesinde, PET-BT ile BT’nin benzer oranlara sahip olduğu ve iki yöntem arasında anlamlı bir üstünlük olmadığı görülmüştür (p=0.05, Mc Nemar test). Ancak istatistiksel olarak anlamlı fark olmasa da mediastinal lenf nodu evrelemesinde PET-BT’nin duyarlılığı ve negatif prediktif değeri BT’den daha yüksektir. SUV değeri ile tümör büyüklüğü ve histopatolojik alt tip arasındaki ilişki incelendiğinde, skuamöz hücreli karsinom varlığında, tümör büyüklüğü arttıkça SUV-maks değerinde artış saptanmıştır. Aim: The aim of this study was to determine the overall accuracy, sensitivity and specificity of both CT and PET-CT in identifying and classifying the presence of metastatic intra-thoracic lymph nodes and their potential role in the treatment of lung cancer. Material and methods: Forty four (mean age 60.7, male/female ratio: 37/7) patients with potentially resectable non-small cell lung cancer have been enrolled. All patients underwent flexibl bronchoscopy, CT scanning and PET-CT imaging prior to mediastinoscopy. Mediastinostomy was performed in two patients. Thirty three patients with negative mediastinoscopy and three patients after neoadjuvant chemotherapy, total of 37 patients went through thoracotomy. Results: The overall sensitivity, specificity and accuracy of CT scan in preoperative staging were found 66.7%, 62.1%, 63.6%, respectively. The negative and positive predictive values of CT scan were 78.3% and 47.6%. CT imaging correctly identified 29 patients (65.9%). Seven patients (15.9%) were under-staged while eight patients (18.1%) were over-staged. Based on PET-CT findings, overall sensitivity, specificity and accuracy for staging mediastinal lymph nodes were 86.7%, 65.5% and 72.7%, respectively. The negative and positive predictive values of PET-CT were as follows; 90.5% and 56.5%. Overall, interpretations based on PET-CT staged 65.9% (29 patients) correctly, down-staged six patients (13.6%) and over-staged nine patients. The false-negative rate was 13.3% while the false-positive rate was 34.5%. Conclusion: CT scan and PET-CT perform similarly in the mediastinal staging of non-small cell lung cancer (p=0.05, Mc Nemar test), both tests are conditionally dependent and provide complementary information, and their diagnostic value mainly resides on the negative results. Although, statistically insignificant, PET-CT has a superior sensitivity and better negative predictive value over CT scan. Based on the relationship between SUV-max value and characteristics of tumor, a significant increase in SUV-max value appeared to be correlated with the tumor size and squamous cell carcinoma sub-type. |
|
4. | The Importance of Complement C3 and C4 in Differantial Diagnosis of Pleural Effusions Hatice Kutbay Özçelik, Süleyman Güven, Firdevs Atabey, Funda Arkın, Arman Poluman, Ayşe Filiz Koşar Pages REVIEWER LIST - 26
Amaç: Plevral sıvı C3-C4 düzeylerinin ve plevral sıvı/serum C3-C4 oranlarının, transüda-eksüda ayrımındaki önemini belirlemeyi ve tüberküloz, malign ve parapnömonik efüzyonlardaki C3-C4 düzeylerini karşılaştırıp tanısal değerini bulmayı amaçladık. Gereç ve yöntem: Yirmi beşi transüda, 45’i eksüda olan 70 hastada serum ve plevral sıvılarda total protein, LDH, kompleman C3 ve C4 ölçüldü. Bulgular: Transüda-eksüda ayrımında plevral sıvı C3 için cutoff değeri 50 mg/dL alındığında, sensitivite %80, spesifisite %100 bulundu. Plevral sıvı C4 için cutoff değeri 10 mg/dL alındığında sensitivite %82.2, spesifisite %88; plevral sıvı/serum C3 cutoff değeri 0.30 alındığında sensitivite %77.8, spesifisite %96, plevral sıvı/serum C4 cutoff değeri 0.20 alındığında sensitivite %88.9, spesifisite %72 bulundu. Eksüda içinde yer alan gruplar karşılaştırıldığında, plevral sıvı C3-C4 ve plevral sıvı/serum C3-C4 oranı tüberküloz plörezili grupta daha yüksekti. Sonuç: Bu bulgular transüda-eksüda ayrımında plevral sıvı C3-C4 ve plevral sıvı/serum C3-C4 oranlarının ümit verici bir yaklaşım olduğunu ve tüberküloz plörezide tanısal değer taşıdığını göstermiştir. Aim: We aimed to express the importance of pleural fluid C3-C4 levels and pleural fluid/serum C3-C4 ratio in transudative-exudative differentiation and to compare the C3-C4 levels in tuberculosis, malignancy and pneumonia effusions, thus detecting the diagnostic value. Material and methods: Of 70 patients studied, 25 had transudative and 45 had exudative effusions. Total protein, LDH and complement C3-C4 levels were measured for all. Results: In transudate-exudate distinction, the cut-off, sensitivity and specificity values are given below respectively for pleural fluid C3-C4 and for pleural fluid/serum C3-C4 levels. Pleural fluid C3: 50 mg/dL, 80%, 100%. Pleural fluid C4: 10 mg/dL, 82.2%, 88%. Pleural fluid/serum C3: 0.30, 77.8%, 96%. Pleural fluid/serum C4: 0.20, 88.9%, 72%. When the exudative subgroups were compared, both the pleural fluid C3-C4 levels and pleural fluid/serum C3 ratios were higher in tuberculosis pleurisy group. Conclusion: The findings suggest that the C3-C4 pleural values and the pleural fluid/serum C3-C4 ratios are encouraging approaches and they have a diagnostic value in tuberculous pleurisy. |
|
5. | CT Bronchus Sign and Diagnostic Value of Fluoroscopy-guided Transbronchial Biopsy in Lesions without Endobronchial Pathology Aydın Yılmaz, İbrahim Onur Alıcı, Hakan Ertürk, Leyla Yılmaz Aydın, Atalay Çağlar Pages 27 - 32
Amaç: Fiberoptik bronkoskopi (FOB), soliter pulmoner nodül, kitle ve infiltrasyonlarda tanı koyma amacıyla kullanılmaktadır. FOB ile endobronşiyal lezyon izlenmeyen periferik akciğer lezyonlarında ise çeşitli görüntüleme yöntemlerinin kılavuzluğunda uygulanan bronş lavajı, firçalama, transbronşiyal biyopsi (TBB), transbronşiyal iğne aspirasyonları ve transtorasik iğne aspirasyon biyopsileri kullanılmaktadır. Biz çalışmamızda, diğer yöntemlere göre daha ucuz ve ulaşılabilir olan floroskopi kılavuzluğunda FOB ile TBB’nin endobronşiyal komponenti olmayan pulmoner lezyonların tanısındaki verimliliğini değerlendirdik. Gereç ve yöntem: Çalışmamıza 2006-2009 yılları arasında, akciğer grafisinde 2 cm’den büyük nodül ve kitle lezyonu ile infiltrasyonları olan, FOB ile endobronşiyal lezyon görülmeyen 32 hasta alındı. Hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Bilgisayarlı tomografilerdeki lezyonların özellikleri tek bir radyolog tarafından değerlendirildi. Hastaların video bronkoskop ve iki düzlemli floroskopi kullanılarak görüntülenen lezyonlarından dört adet TBB alındı. Floroskopi kılavuzluğunda uygulanan TBB’nin tanısal değeri, lezyon boyutu, anatomik ve radyolojik lokalizasyonu ve Tsuboi sınıflandırmasına göre hava yolu-lezyon ilişkisi ile karşılaştırmalı olarak değerlendirildi. Bulgular: Tsuboi 1 ve 2 grubundaki 13 olgudan 12’sine (%92.3) floroskopi eşliğinde alınan TBB ile tanı konuldu. Tsuboi 3 ve 4 grubunda yer alan 19 olgunun ise onuna (%52.6) tanı konulabildi. Bu iki grup, tanı koyma başarısı yönünden karşılaştırıldığında, aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p=0.024). Sonuç: Floroskopi eşliğinde uygulanan TBB, özellikle BT görüntülerinde Tsuboi 1 ve 2 olarak sınıflandırılan ve FOB’da endobronşiyal patoloji saptanmayan olgularda tanıya ulaşmak için kullanılabilecek ucuz, güvenilir ve başarılı bir teknik olarak bulunmuştur. Aim: Fiberoptic bronchoscopy (FOB) is widely used for the diagnosis of solitary pulmonary nodules, masses and infiltrative lesions. In the diagnosis of peripheric pulmonary lesions, which doesn’t have an endobronchial patology, bronchial washing, brushing, transbronchial biopsy (TBB), transbronchial needle aspiration biopsy and transthoracic needle aspiration biopsies are used under the guidance of several imaging modalities. In this study, we assesed the diagnostic value of fluoroscopy-guided TBB in pulmonary lesions without endobronchial component. Material and methods: Between 2006 and 2009, 32 patients who had nodules, masses or infiltrations >2 cm on plain radiogram and no visible endobronchial lesion on FOB session was enrolled. Study design was retrospective. Lesions on computerized tomography was assessed by a single radiologist. We obtained four different TBB with video bronchoscope under the guidance of two dimentional fluoroscopy in each patient. We evaluated the diagnostic accuracy of fluoroscopy guided TBB, depending on size, anatomic and radiologic localization and airway-lesion relationship according to Tsuboi classification. Results: In twelve of 13 patients (92,3%) in group Tsuboi 1 and 2, diagnosis was achieved by fluoroscopy guided TBB. This method was diagnostic in ten of 19 patients (52.6%) in group Tsuboi 3 and 4. The difference in diagnostic accuracy between two groups was statistically significant (p=0.024). Conclusion: Fluoroscopy-guided TBB is found to be a cheap, safe and successful method in patients without endobronchial pathology, especially who are classified in Tsuboi group 1 and 2. |
|
REVIEW ARTICLE |
6. | Tuberculosis Control in Turkish Armed Forces Faruk Çiftçi Pages 33 - 38
Son yıllardaki bütün gelişmelere karşın, dünyada ve ülkemizde tüberküloz (TB) hâlâ önemli bir sağlık sorunudur. TB ile mücadelede risk gruplarının kontrolü başarı için şarttır. Ülkemizdeki genç erkek nüfusunu yüksek oranda temsil eden asker popülasyonunun TB ile ilgili verileri, sadece bu topluluk için değil, ülkenin bütünündeki genel gidişat hakkında da önemli ipuçları içermektedir. Son beş yıldaki TB’li asker hasta sayısında ciddi azalma, bakteriyolojik tanı ile kür oranlarında artış ve dirençli hastalarda azalma, geleceğe umutla bakmamızı sağlamaktadır. Despite all improvements in recent years, tuberculosis continues to be a public health problem in Turkey and all over the world. It is crucial to control risk groups in tuberculosis control. Data about tuberculosis among soldiers in military, which highly represent young male population in Turkey, give information about not only military people but also overall course of the disease in general population. A significant decrease in total number of soldiers with TB and resistant cases as well, and the increases in bacteriological diagnosis and cure have been made us hopeful about future of tuberculosis. |
|
CASE REPORT |
7. | Endobronchial Tuberculosis Mimicking Lung Cancer Nilgün Yılmaz Demirci, Dilek Ernam, Özlem Selçuk Sönmez, Didem Fatma Birel, Atila İhsan Keyf, Cebrail Şimşek Pages 39 - 42
Endobronşiyal tüberküloz, trakea ve büyük bronşların tüberküloz enfeksiyonuna bağlı tutulumudur. Bronş obstrüksiyonu, atelektazi ve sekonder pnömoniye neden olarak tüberkülozun alışılmış klinik ve radyolojik özellikleri dışına çıkabilir ve başta astım, bronş kanseri gibi birçok hastalığı taklit edebilir. Olgu 1; 74 yaşında bir kadın hastaydı ve göğüs ağrısı yakınmasıyla başvurmuştu. Toraks Bilgisayarlı Tomografi’de (BT) sağ hemitoraksta yer yer plevral kalınlaşmanın eşlik ettiği minimal plevra sıvısı, sağ hemitoraksta hacim kaybı vardı. FOB’ da sağ üst lob bronşu submukozal lezyon ve antrakotik lezyonla oblitere idi. Olgu 2; 38 yaşında bir kadın hastaydı, nefes darlığı ve göğüs ağrısı yakınmasıyla başvurmuştu. Toraks BT’ de sağ hilusta bronkus intermediusu daraltan yumuşak doku dansitesi izlendi. FOB’da sağda orta lob girişinde anterior duvardan mukozal kabarıklık saptandı. İki olguda da alınan biyopsi sonucu tüberküloz ile uyumluydu. Maligniteyi taklit eden tüberküloz olguları olmaları nedeniyle burada sunulmaktadır. Endobronchial tuberculosis is an involvement of the trachea and major bronchi by tuberculosis infection. Despite routine clinic and radiologic features bronchostenosis, atelectasis and obstructive pneumonia may develop and it is often misdiagnosed as bronchial asthma or lung cancer. The first case was a 74 year-old woman, admitted with complaint of chest pain. Computed tomography of thorax (CT) showed atelectasis on medial segment of right middle lob and minimal plevral effusion on the right hemitorax. Fiberoptic bronchoscopy revealed a submucosal lesion which obscured right upper lobe bronchus totally. The second case was a 38 year-old woman, admitted with complaints of dyspnea and chest pain. Thoracal CT revealed solid mass obscuring right intermedius bronchus. Fiberoptic bronchoscopy revealed endobronchial lesion on the anterior wall of medial lobe of right lung. Biopsies were taken on both cases and histopathologic examination gave the diagnosis as endobronchial tuberculosis. Here we presenting two endobronchial tuberculosis cases because of mimicking lung cancer. |
|
8. | Metastatic Pulmonary Carcinoid Tumors Nilgün Yılmaz Demirci, Dilek Ernam, Fethiye Ökten, Ayşenaz Özcan, Atila İhsan Keyf, Cebrail Şimşek Pages 43 - 46
Karsinoid tümörler nadir görülen, malign nöroendokrin tümörler olup tüm akciğer kanserlerinin %1-2’sini oluşturur. Elli sekiz yaşında kadın hasta nefes darlığı ve hemoptizi yakınması ile başvurdu. Toraks bilgisayarlı tomografide (BT) sağ hiler bölgede santral kitle lezyon, her iki akciğerde dağınık yerleşimli, metastazı düşündüren multipl nodüller ve KC’de hipodens lezyonlar izlendi. FOB’da sağ ana bronş, karinaya 2 cm’den yakın EBL ile tama yakın tıkalı idi. Alınan biyopsi sonucu karsinoid tümör olarak geldi. Lezyonların yaygın olması nedeniyle olası metastatik karsinoid tümör açısından çekilen oktreotid sintigrafisinde toraks BT ile uyumlu olarak, her iki akciğerde ve KC’de artmış aktivite tutulumları izlendi. Abdomende patolojik aktivite tutulumu izlenmedi. Metastatik pulmoner karsinoid tümörün nadir görülmesi nedeniyle olgu, literatür bilgileri eşliğinde sunulmaktadır. Carcinoid tumors are rare malign neuroendocrine tumors and constitute 1-2% of all pulmonary tumors. A 58 year old woman was admitted to our clinic with dyspnea and hemoptysis. Thorax computed tomography showed central solid lesion on right hiler localisation, multipl noduler densities in all segments of both lungs and hypodense noduler lesion on liver. On flexible fiberoptic bronchoscopy, the lumen of right main bronchus less then 2 cm below the main carina was partically obstructed by an endobronchial lesion. Biopsy was taken and revealed a carcinoid tumor. Due to multiple lesions the patient underwent octreotide scintigraphy, which revealed high uptake on both lung and hepatic lesions. As metastatic pulmonary carcinoid tumor is seen rarely, here we presenting the case with the review of literature. |
|
9. | Pigeon Breeder’s Disease (Hypersensitivity Pneumonitis) Mine Gayaf, Işıl Karasu, Aydan Çakan, Ayşe Özsöz, Zekiye Aydoğdu Pages 47 - 51
Hipersensitivite pnömonisi, antijenik ajanların yoğun ve tekrarlayan inhalasyonları sonucu gelişen, interstisyel ve parankimal dokuları etkileyen inflamatuar bir hastalıktır. “Ekstrensek alerjik alveolit” adı da verilir. Yirmi yedi yaşında erkek hasta, nefes darlığı ve ateş yakınmasıyla hastanemize başvurdu. Öyküde, evinde güvercin beslediği öğrenildi. Posteroanterior (PA) akciğer grafisinde, miliyer paternde mikronodüler infiltrasyon vardı. Anamnez, klinik ve radyolojik bulgular eşliğinde transbronşiyal biyopsi ve bronkoalveoler lavaj uygulanarak, hipersensitivite pnömonisi tanısı kondu. Hastaya maruziyetten kaçınılması önerildi ve kortikosteroid tedaviyle klinik ve radyolojik iyileşme izlendi. Olgumuz, dispne ve ateş kliniği ile başvuran, akciğer radyogramı ve yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografisinde (YRBT) mikronodüler infiltrasyonlar izlenen olgularda, hipersensitivite pnömonisinin de akla getirilmesi ve çevresel maruziyetin sorgulanması gerektiğini vurgulamak için sunulmaktadır. Hypersensitivity pneumonitis is an inflamatuary disease that represents one possible response of the interstisiel and paranchimal tissue to the intensive and repeated inhalation of antigenic substances. It is also named as extrinsic allergic alveolitis. A 27-year old male who breeds pigeons in his house was admitted to the hospital with dyspnea and fever. His PA chest radiogram revealed milier patern micronoduler infiltrations. History, clinical and radiological findings, revealing bronchoalveoler lavage and transbronchial biopsy, the patient was diagnosed as hipersensitivity pneumonia. Removal of pigeons was suggested and with corticosteroid therapy, clinical and radiological regression was observed. We empasize that hypersensitivity pneumonia must be kept in mind and must be invastigated in patients with dyspnea and fever symptoms and micronodular patern in radiology. |
|
10. | Mild Hyperhomocysteinemia and Heterozygous Methylenetetrahydrofolate Reductase Mutation Associated with Pulmonary Thromboembolism Baykal Tülek, Mecit Süerdem Pages 52 - 55
Hiperhomosisteineminin arteryel tıkayıcı damar hastalıkları ve venöz tromboz için önemli bir risk faktörü olduğu bilinmektedir. Bu yazıda, metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) enziminde heterozigot 677C-T mutasyonu bulunan pulmoner tromboembolili iki hasta sunmaktayız. Hastalarda ayrıca hafif hiperhomosisteinemi de gözlendi ve serum B12, B6 ve folik asit düzeyleri normal bulundu. Hastalar sistemik antikoagülasyonla başarılı bir şekilde tedavi edildi. Tromboembolik hastalıklarda herhangi bir edinsel ve kalıtsal risk faktörünün saptanamadığı durumlarda MTHFR 677C-T mutasyonunun araştırılmasını önermekteyiz. Hyperhomocysteinemia is known to be a significant risk factor for arterial occlusive vascular diseases and venous thrombosis. Here, we have reported two patients with pulmonary thromboembolism who had heterozygous 677C-T mutation in the methylenetetrahydrofolate reductase (MTHFR) enzyme. Mild hyperhomocysteinemia was also observed and serum B12, B6 and folate levels were normal. The patients were treated successfully with systemic anticoagulation. We suggest that MTHFR 677C-T mutation might be investigated in thromboembolic diseases when no other hereditary or acquired risk factors were found. |
|
|
|
|