Main Page Aims and Scope Editorial Board Instructions to Authors Contact

 
Eurasian J Pulmonol: 4 (4)
Volume: 4  Issue: 4 - October 2002
Hide Abstracts | << Back
1.The role and the significance of ultrasonography in determining the characteristic features of pleural effusions
Hidayet DOĞAN, Önder ÖZTÜRK, Nalan ADIGÜZEL, Hakan SOLAK, Özlen TÜMER, Melahat KURUTEPE
Pages 431 - 436
Plevra sıvısı genellikle, göğüs içi bir hastalığın bulgusu olmasına rağmen, plevra sıvısı ile birlikte olan hastalıkların tanısının konmasında, torosentez ile alınan bazen göğüs dışı veya sistemik hastalıklarda da saptanabilen önemli bir bulgudur. Sıvının biyokimyasal, mikrobiyolojik ve sitolojik incelemeleri ile önemli bilgiler elde edilir. Plevral sıvıların tanısındaki ilk basamak, sıvıyı transüda veya eksüda olarak sınışamaktır. Günümüzde bu ayrımı yapabilmek için Light kriterleri kullanılıyor olmasına rağmen sağlıklı bir ayırıcı tanının yapılabilmesi için yeni yöntemler, parametreler üzerinde de çalışılmaktadır. Direkt göğüs radyografisinde tanısal zorluklara neden olan patolojilerde ayırıcı tanıda real-time ultrasonografi yaygın olarak kullanılmaktadır. Biz bu çalışmamızda, plevral sıvısı olan ve natürü biyokimyasal olarak belirlenen 45 olguda ultrasonografinin plevral sıvının özelliklerini belirlemedeki rolünü prospektif olarak değerlendirdik.
Although pleural effusion is usually seen with pulmonary diseases, sometimes it can associate extrapulmonary or systemic disorders. Pleural fluid obtained by thoracentesis is examined by biochemical, cytological and bacteriological tests in order to diagnose the underlying disease. The first step in the evaluation of pleural fluid is to find out whether it is transudate or exudate. Although Light’s criteria is used in this differentiation, new procedures or laboratory tests have also been proposed. Real – time ultrasonography is widely used in determining the presence and location of fluid in the pleural space, when it is not easily detected on plain chest radiographs. In our study we evaluated the role of ultrasonography in the differentiation of pleural effusions as transudate or exudate on 45 patients prospectively, by comparing the ultrasonographic examination results with biochemical tests of pleural effusions using Light’s criteria.

2.Investigation of the parenchymal lesion frequency in tuberculous pleurisy cases by thorax high resolution computerized tomography
Zeynep Zeren UÇAR, Aydan ÇAKAN, Şevket DERELİ, Ayşe ÖZSÖZ, Ömer SOY
Pages 437 - 442
Bu çalışmanın amacı tüberküloz plörezi olgularında parankim lezyonlarının sıklığını saptamada yüksek rezolüsyonlu toraks bilgisayarlı tomografisinin katkısını araştırmaktı. 1996-99 yılları arasında kliniğimizde kapalı plevra biyopsisi ile histopatolojik olarak tüberküloz plörezi tanısı alan 37 olgu (15 kadın, 22 erkek) prospektif olarak değerlendirildi. Olguların yaş aralığı 16-77 olup ortalaması 37 idi. Olguların akciğer grafilerinin %62.1'inde parankimal infiltrasyon görülmezken, %37.8'inde parankimal lezyon izlendi. Akciğer grafisinde parankimal infiltrasyon görülmeyen olguların yüksek rezolüsyonlu toraks tomografisinde %17.4 oranında parankim infiltrasyonu, %4.34 subplevral nodül, %4.34 mediastinal lenfadenomegali saptandı. Akciğer grafisi normal olgularda yüksek resolüzyonlu bilgisayarlı tomografinin katkısı %26 olarak saptandı. Tüm olgular birlikte değerlendirildiğinde bilgisayarlı tomografide parankimde saptanan lezyonlar; %37.8 konsolidasyon, %29.7 kompresif atelektatik değişiklikler, %21.6 sekel fibrotik değişiklikler, %5,4 nodüler infiltrasyon, %2.7 kavite idi. Bunlar dışında plevral kalınlaşma %40.5, perikardiyal sıvı %2.7 oranında görüldü. Hiçbir olguda balgam, bronş lavajı ve plevra sıvısında tüberküloz basili mikroskopik tetkiki ve kültürleri pozitif bulunmadı.
The aim of this study was to investigate the contribution of thorax high resolution computerized tomography (HRCT) in detecting the frequency of the parenchymal lesions. Thirty-seven cases (15 women, 22 men), histopathologically (by pleural biopsy) diagnosed as tuberculous pleurisy in our clinic between 1996 and 1999, were evaluated prospectively. Their ages ranged between 16-77, the mean age of all patients being 37. Standard chest radiograph of 62.2% of the cases did not show parenchymal infiltration while 37.8 % did. The thorax HRCT of the cases without pulmonary lesions on standard chest radiograph revealed: parenchymal infiltration 17.4 %, subpleural nodule 4.34%, mediastinal lymphadenopaty 4.34%. The contributtion of Thorax HRCT to the diagnosis of pulmonary lesions in these cases was 26%. When all of the cases were evaluated by Thorax HRCT; consolidation (%37.8), compressive atelectatic changes (%29.7), fibrotic parenchymal changes (%21.6), noduler infiltrations (% 5.4) and cavitary lesions (% 2.7) were detected. Pleural thickening and pericardial effusion were identified in 40.5% and 2.7% of the cases respectively. The microscopic studies and cultures of sputum, bronchial lavage and pleural fluid specimens were negative for Mycobacterium tuberculosis.

3.
Bactec yöntemi kullanılarak primer antitüberküloz ilaç direnci saptanan 365 tuberküloz olgusu
Erkan BOZKANAT, Hakan ÖZTÜRKERİ, Oğuzhan OKUTAN, Ahmet İLVAN, Zafer KARTALOĞLU
Pages 443 - 448
Bu çalışmada hastanemizdeki primer antitüberküloz ilaç direnç prevalansını araştırmayı amaçladık. BACTEC metodu kullanılarak yeni tanı konmuş 365 kültür pozitif akciğer tüberkülozlu olguda klinik veriler ve radyolojik özellikleri değerlendirdik. İsoniazid, rifampisin, ethambutol ve streptomisin'e karşı ilaç duyarlılık testleri yapıldı. Bir veya daha fazla ilaca karşı primer direnç 87 olguda (%23,8) saptandı. Tüm olgularımız içerisinde en yüksek direnç isoniazid'e (54 hasta; %14,8) karşı olup bunu ethambutol (39 hasta; %10,7), rifampisin (11 hasta; %3) ve streptomisin (9 hasta; %2,5) izlemektedir. Tek ilaç direnci 69 hastada, iki ilaca direnç 11 olguda, üç ilaca direnç 6 olguda ve dört ilaca direnç 1 olguda belirlendi. Çok ilaca direnç (en az isoniazid ve rifampisin direnci) 10 hastada (%2,7) saptandı. Lojistik regresyon analizinde primer ilaç direncinin radyolojik olarak ilerlemiş tüberküloz ile ilişkili olduğu görüldü (p<0,001). Yüksek primer ilaç direnci ülkemizde önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, ilaç duyarlılık testlerinin düzenli olarak yapılması, alternatif ilaç rejimlerinin belirlenmesi ve ülkede dirençli suşların dağılımının saptanması için gerekmektedir.

4.Bacterial agents isolated from hemocultures and their antibiotic resistance in patients with lower respiratory infections
Güneş ŞENOL, Can BİÇMEN, Işın ÖZTUNA
Pages 449 - 453
Alt solunum yolu infeksiyonu nedeniyle hastanede yatan hastalardan 1999 yılı boyunca alınan 522 hemokültür, bakteriyolojik üreme oranının ve üreyen patojenlerin antibiyotik dirençlerinin saptanması amacıyla retrospektif olarak değerlendirildi. Bifazik ve semiotomatik monofazik hemokültür sistemleri kullanıldı. 71 (%13.6) üreme saptandı. 22 Koagulaz Negatif Stafilokok (KNS), 11 Metisilin Resistant Koagulaz Negatif Stafilokok (MRKNS), 8 Staphylococcus aureus, 2 Metisilin Resistant Staphylococcus aureus (MRSA), 10 E.coli, 6 Pseudomonas aeruginosa, 4 Acinetobacter, 1'er adet Citrobacter, Enterobacter, Moraxella ve pnömokok, 2'şer adet Streptococcus viridans ve enterokok üredi. KNS izolatları kontaminant olarak değerlendirildi. Antibiyogramlar NCCLS (National Comitee for Clinical Laboratory Standarts) önerilerine uygun olarak disk difüzyon yöntemi ile yapıldı. Çalışmamızda düşük bakteriyel izolasyon oranları ve yüksek antibiyotik direnci gözlemledik. Sonuçlarımız bize hemokültür tekniklerinin ve rasyonel antibiyotik politikalarının bir kez daha vurgulanması gereğini gösterdi.
522 hemocultures of the patients hospitalized with lower respiratory infections were evaluated retrospectively during 1999 in order to determine the recovery rates of the isolated bacterial agents and their antibiotic resistance. Biphasic and semiautomatic monophasic hemoculture systems were used. 71 (%13.6) hemocultures showed growth. 22 Coagulase Negative Staphylococci (CNS), 11 Methicillin Resistant Coagulase Negative Staphylococci (MRCNS), 8 Staphylococcus aureus, 2 Methicillin Resistant Staphylococcus aureus (MRSA), 6 Pseudomonas aeruginosa, 4 Acinetobacter, 2 Streptococcus viridans 2 Enterococcus sp.and one of each Citrobacter, Enterobacter, Moraxella and pneumococci strains were isolated. CNS stains were considered as contaminant. Antibiograms were performed according to NCCLS (National Committee for Clinical Laboratory Standards) standards by disc diffusion method. We have observed low bacterial isolation rates and high antibiotic resistance of the agents isolated in our study. Our results showed that the hemoculture techniques and rational antibiotic policy should be emphasized one more time.

5.The prevalence of asthma symptoms among the adult population in erzurum, turkey
Arzu MİRİCİ, L SAĞLAM, Hasan KAYNAR, N YILMAZ, Tacettin İNANDI
Pages 454 - 457
Erzurum'da erişkin popülasyonda astım semptom prevalansını saptamak amacıyla ISAAC anketi uygulanan çocukların ebeveynlerinin yanıtlaması için ECRHS anketi gönderildi. Toplam 2000 adet anket formu verildi ve yanıtlanan 971 kadın, 946 erkek olmak üzere toplam 1917 anket değerlendirmeye alındı. Son 12 ayda wheezing prevalansı kadınlar ve erkekler için sırasıyla %19.1, ve %18.0, grip olmaksızın wheezing prevalansı %5.56 ve % 8.8, son 12 ayda astım atağı prevalansı %1.0 ve % 2.1, astım tedavisi alanların prevalansı % 1.7'a karşılık %0.9 olarak hesaplandı. Grip olmadığı zaman wheezing ile astım prevalansı dışındaki tüm prevalans değerleri kadınlarda daha yüksek olmakla birlikte, bu fark sadece son 12 ayda wheezing prevalansı için anlamlı idi. (p=0.032) Bizim çalışmamızda elde edilen değerler ülkemizin diğer bölgelerindeki değerlerden farklıdır. Bu farklılık uygulanan yöntemle ve bölgenin coğrafi yapısıyla ilişkili olabilir. Astım prevalansının saptanması için ayrıntılı sorgulama, fizik muayene ve spirometrik analiz gereklidir.
To determine the prevalence of asthma symptoms among the adult population in Erzurum, ERCHS questionnaire was sent to the parents of the children whom the ISAAC questionnaire was appliced. Two thousand questionnaire forms were distributed and 1917 (971 women and 946 men) of them were taken for evaluation. During the last 12 months, the prevalence of wheezing in women and men were calculated as 19.1 and 18.0%, wheezing without common cold as 5.56% and 8.8%, asthma attacks during the last 12 months as 1.0% and 2.1% and asthma attacks 1.0 and 2.1% and with prescribed asthma treatment as 1.7 and 0.9% respectively. However, all prevalence values, except the prevalences of wheezing without common cold and asthma, were higher in women than in men, the difference was significant only for the prevalence of wheezing in the last 12 months (p=0.032). Our values were different from the values obtained from other regions in the country. This difference may be attributed to the method used or the geographical features. Detailed history, physical examination and spirometric analysis are necessary to determine the prevalence of asthma accurately.

6.Lipid peroxidation and antioxidant enzyme activity in the sera of the patients with mild stable asthma
Mukadder ÇALIKOĞLU, Ali ÜNLÜ, Ramazan BİLGİN, Lülüfer TAMER, Sibel ATIŞ, Bahar ULUBAŞ, Arzu KANIK
Pages 458 - 462
Bu çalışmada hafif, stabil bronşiyal astımlı hastalarda majör intrasellüler antioksidan enzim aktiviteleri ve lipid peroksidasyonunu araştırmayı amaçladık. 40 stabil astımlı hasta ile 33 sağlıklı birey çalışmaya alındı. Hasta grubunun yaş ortalaması 37.95±2.06 yıl; kontrol grubunun yaş ortalaması 33.84±1.06 yıl ve % beklenen FEV1 değeri ortalaması hasta grubu için 82.35±2.41; sağlıklılar için ise 96.33±1.36 idi. Her iki gruptan süperoksit dismutaz ve katalaz enzim aktivitelerinin ve malondialdehit düzeyinin saptanması için venöz kan örnekleri alındı. Serum malondialdehit düzeyleri hastalarda kontrollere göre anlamlı yüksek bulundu (p<0.007). Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında eritrosit katalaz aktivitesi hasta grubunda anlamlı düşük iken (p<0.0001); eritrosit süperoksit dismutaz aktivitesi belirgin yüksek (p<0.0001) bulundu. Verilerimiz, kronik hava yolu inflamasyonu ile karakterize hafif stabil bronşiyal astımlı hastalarda lipid peroksidasyonunun ve antioksidan enzim sistemlerinin etkilendiğini düşündürmektedir.
In this study, we aimed to investigate the major intracellular enzyme activity and lipid peroxidation in the sera of the patients with mild stable asthma. 40 stable asthma patients and 33 healthy controls were included in this study. The mean age of the patient group and the control group were 37.95±2.06 and 33.84±1.06 years respectively. Expected %FEV1 values in the patient and the control groups were 82.35±2.41, 96.33±1.36 respectively. In order to determine plasma malondialdehyde (MDA) erythrocyte catalase and superoxide dismutase activities, blood samples from both groups were collected. MDA levels were significantly higher in patients sera than the control group (p<0,007). Superoxide dismutase activities were also higher (p<0,0001) while catalase activities were lower (p<0,0001) in patients eryhtrocytes compared to the control group’s levels. Our results suggest that lipid peroxidation and antioxidant enzyme systems are affected in patients with mild stable asthma characterized by chronic airway inflammation.

7.Bone marrow metastasis in small cell lung cancer
Berna KÖMÜRCÜOĞLU, M. BÜYÜKŞİRİN, I. ÖZTUNA, K. PERİM
Pages 463 - 467
Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK), genel olarak sistemik bir hastalık olarak kabul edilen son derece hızlı seyirli bir akciğer karsinomudur. KHAK'da kemik iliği metastazının (KİM) sıklığını, biyokimyasal ve radyolojik verileri ile ilişkisini belirlemek, evreleme ve tedavi planlamadaki yararını saptamak amacıyla, 32 KHAK' lu hastaya sternal kemik iliği aspirasyon biyopsisi yapıldı. 32 hastadan 5' inde (%14) tanı anında KİM saptandı. Sadece 2 (%6.2) hastada KİM tek metastaz bölgesiydi. KİM olan ve olmayan gruplar karşılaştırıldığında, KİM olgularının yaş ortalaması anlamlı olarak daha genç ve survive süresi daha kısaydı (Mann- Whitney U=,019). Biyokimyasal ve radyolojik bulguları arasında ise farklılık saptanmadı. KHAK'da kemik iliği incelemesinin, başka metastaz alanı saptanmayan, özellikle cerrahi ve radikal radyoterapi planlanan hastalarda, tam evrelemeden sonra uygulanması gerektiğini düşünüyoruz.
Small cell lung cancer (SCLC) is an extremely rapidly progressive lung cancer which is nearly always considered a systemic disease. In this study, sternal bone marrow aspiration biopsy was performed to 32 SCLC patients to determine the frequency of bone marrow involvement, its correlation with biochemical, radiological data and to evaluate its efficacy in cancer staging and treatment modalities. Bone marrow involvement was found to be present in 5 of the 32 patients (14%) at the time of diagnosis. Only 2 (6.2%) of the 32 patients had bone marrow involvement as the only site of metastatic disease. When patients with bone marrow metastasis were compared to those whose bone marrow was normal, patients with bone marrow metastasis were younger and had shorter survival times, the differences being statistically significant ( Mann-Whitney U=,019). There was no statistically significant difference between the biochemical and the radiological data. We conclude that in SCLC, bone marrow examination should be performed when no other metastatic sites are found after complete staging study and especially when surgery and radical radiotherapy are planned.

8.The role of oxidative damage in lung cancer
Kamil KAYNAK
Pages 468 - 473
Akciğer kanserinde antioksidan kapasiteyi değerlendirebilmek için, bir antioksidan enzim olan süperoksit dismutaz (SOD) ve lipid peroksidasyonu sonucu oluşan malondialdehit (MDA) seviyeleri kanserli akciğer dokusunda ve normal akciğer dokusunda değerlendirildi. Kanserli ve kontrol grubu hastaların serumunda antioksidan bir tripeptid olan glutatyon (GSH) seviyesi de ölçüldü. Akciğer kanserli dokuda ortalama SOD düzeyi 8.08±4.8 U/mg protein, ortalama MDA düzeyi 2.8±1.66 Umol/g doku olarak tespit edildi. Normal dokuda ortalama SOD düzeyi 13.33±5.83 U/mg protein, MDA düzeyi ise 1.025±0.59 Umol/g doku olarak bulundu. Serum GSH düzeyi kanserli hastalarda 5.68±2.65 Umol/g Hb, kontrol grubunda 4.75±1.29 Umol/g Hb olarak değerlendirildi. Kanserli ve kontrol grubu hastalarda doku ve serum MDA düzeyleri anlamlı olarak farklı idi (p<0.01). Kanserli dokularda, antioksidan enzim seviyelerinin düşük, reaktif oksijen metabolitlerinin yüksek olması, DNA, hücre membranı gibi subsellüler yapılarda ve diğer vital sellüler komponentlerde hasarla sonuçlanabilecek etkilere sebep olabilmektedir. Bizim çalışmamızda akciğer kanserli hastalarda oksiradikallerin arttığını buna rağmen antioksidan kapasitenin azaldığını tespit ettik. Kanser gelişiminde oksidatif hasarın önemli rol oynadığı antioksidan kapasiteyi güçlendirmenin kanser gelişimini engelleyebileceği düşüncesini oluşturdu.
This investigation aimed to determine the levels of superoxide dismutase (SOD) and malondialdehyde (MDA) in lung cancerous tissues and to compare with normal lung tissue in order to evaluate the antioxidant status in lung cancer. The level of glutathione (GSH), an antioxidant tripeptide, was also determined in a separate control group of patients. The data obtained are as follows: 8.08±4.80 U/mg protein (means SEM) of SOD in lung cancer and 13.33±5.83 U/mg protein in normal lung tissue, and 2.80±1.66 Umol/g tissue of MDA in lung cancer and 1.05±0.59 Umol/g tissue in normal lung tissue. The serum GSH levels in the cancer patients was 5.68±2.65 Umol/g Hb and 4.75±1.29 Umol/g Hb in the control group. Tissue and serum MDA levels were found to be significantly different at the level of p<0,01. The low levels of the antioxidant enzymes and the high levels of reactive oxygen metabolites in lung cancerous tissues result in damage to the key subcellular structures such as DNA, cell membranes, and other vital cellular components. Our investigations showed that in cancer patients, the level of oxiradicals are increased while the antioxidant capacity decreased. All these show that the effort to increase antioxidant defense system is an effective way to fight against cancer.

9.Case report: arteriovenous malformations
Özgür TANRIVERDİ, Esen GER, Sernaz UZUNOĞLU, Kemal SEREZ, Ümit ÜRE, Şebnem TAMAY, Kadir ERGEN, Baki KUMBASAR
Pages 474 - 478
Pulmoner damar sistemi veya bronşiyal damar sistemine ait Arteriovenöz Malformasyonlar(AVM) hemoptizinin nadir fakat hatırlanması gereken nedenlerinden birisidir. Aşağıda Göğüs Hastalıkları Kliniği tarafından bronşiyal ağaca ait bir kanama saptanmaması üzerine ileri tetkik amacıyla servisimize yatırılan bir hemoptizi vakası sunulmuştur. Bu vaka vasıtasıyla hemoptizi ayırıcı tanısını tekrar gözden geçirmek ve nedeni açıklanamayan hemoptizi vakalarında AVM'nin hatırlanması gerektiğini vurgulamak istedik.
Arteriovenous malformations (AVM) of pulmonary or bronchial artery system are one of the rare, but noteworthy causes of hemoptysis. A case with hemoptysis whose bronchoscopic investigation by the Chest Diseases Clinic did not show a hemorrhagic site of the bronchial system, moved to our Department for further examination and is studied below. Through this case, we would like to go over once again the differential diagnosis of hemoptysis and emphasize that AVM should be remembered in cases of hemoptysis without a known cause.

10.Bronchiolitis obliterans organizing pneumonia with exposure to pigeon: a case report
Zeynep TOPU, Aydın ÇİLEDAĞ, Özlem URAL GÜRKAN, Gökhan ÇELİK, Serpil Dizbay SAK, Numan NUMANOĞLU
Pages 479 - 483
52 yaşında kadın hasta, üç ay önce geçirdiği üst solunum yolu enfeksiyonu sonrasında kuru öksürük, nefes darlığı, halsizlik, eklem ağrıları ve ateş şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Postero-anterior akciğer grafisinde bilateral retikülonodüler görünüm ve sağ alt zonda pnömonik gölge koyuluğu izlendi. Toraks BT'de tüm zonlarda buzlu cam, yer yer hava hapsi alanları, mozaik patern ve alt zonlarda sentrlobüler nodüler görünümler izlendi. Güvercin temas öyküsü nedeniyle bakılan güvercin presipitin testi pozitif bulundu. Bronkoskopik lavaj ve mukoza biyopsisi ile tanıya ulaşılamayan hastaya açık akciğer biyopsisi yapıldı ve bronşiolitis obliterans organize pnömoni (BOOP) tanısı konuldu. Deşazokort tedavisi ile belirgin klinik, radyolojik ve fonksiyonel düzelme sağlandı. Olgumuz, öyküsünde güvercin teması olması nedeniyle ilginç bulunarak literatür bulguları ışığında tartışıldı.
A 52-year-old woman was admitted to our clinic with a 3 month history of cough, dyspnea, fever and arthralgia. Chest radiography showed bilateral reticulonodular pattern and infiltration in the right lower lung. Thorax CT revealed micronodules in the lower zones with ground-glass opacities and air trapping areas in all lung zones. Precipitating antibody test to pigeons was positive. Open lung biopsy was perfomed and histological examination of the biopsy specimens was compatible with BOOP. Deflazokort therapy was initiated and clinical, radiological and functional improvement were obtained. This case report is of interest since BOOP coexisting with a history of pigeon breeding is not very common.



 
Quick Search

 




















 
Copyright © 2016 Turkish Respiratory Society. All rights reserved
Bu web sitesi sağlık profesyonellerine yöneliktir. İçeriğindeki yazılar ve dökümanlar hekim veya eczacı görüşü yerine geçmez. Sitenin kullanımıyla ilgili her türlü sorumluluk kullanıcıya/ziyaretçiye aittir.

LookUs & Online Makale