Eurasian J Pulmonol: 13 (3)Volume: 13 Issue: 3 - December 2011 |
|
Hide Abstracts | << Back | REVIEW ARTICLE |
1. | Smoking-related Interstitial Lung Diseases Oğuzhan Okutan, Tayfun Çalışkan doi: 10.5505/solunum.2011.26213 Pages 131 - 139
Halen dünyada bir milyardan fazla sigara içen insan bulunmaktadır. Türkiye’de sigara içme oranı 2009 yılı Dünya Sağlık örgütü verilerine göre yetişkinlerde (>15 yaş) %31, 25-44 yaş grubundaysa %40’tır. Sigara en sık rastlanılan sekiz ölüm nedeni arasında altıncı sırada yer almaktadır. Sigara kullananların yarısı, sigaraya bağlı hastalıklar nedeniyle ölmektedir. Sigara nedeniyle ortaya çıkan hastalıklar arasında en sık görülenler akciğer kanseri ve kronik obstrüktif akciğer hastalığıdır. İntertisyel akciğer hastalıkları, bilinen ve bilinmeyen birçok etkenin akciğer parankiminde benzer patolojik değişikliklere yol açtığı, birbirine benzer klinik, radyolojik ve fizyolojik bulgular veren bir hastalık grubudur. Sigara kullanımı ile ilişkili intertisyel akciğer hastalıkları idiyopatik pulmoner fibrozis, respiratuar bronşiyolitis, deskuamatif interstisyel pnömoni ve pulmoner Langerhans hücreli histiyositozistir. Bu hastalıklar, sigaranın neden olduğu diğer hastalıklardan daha az görülmekle birlikte, sigara kullanımının sonlandırılmasıyla büyük kısmında klinik iyileşme görülmesi nedeniyle önemlidir. There are more than one billion cigarette smoking people in the world. The percentage of cigarette smoking in Turkey, for adults is (>15 age) 31% and tobacco use is most prevalent among people aged 25–44 years. Cigarette smoking has the sixth place among the eight leading causes of death. Half of the people using cigarette die because of diseases caused by smoking. Lung cancer and chronic obstructive pulmonary disease are the most common diseases caused by smoking. Interstitial lung diseases are a group of diseases in which known or unknown etiology causes similar pathologic changes in the lung parenchyma and similar clinical, radiological and physiological findings. Idiopathic pulmonary fibrosis, desquamative interstitial pneumonia, respiratory bronchiolitis-associated interstitial lung disease and pulmonary Langerhans’ histiocytosis are interstitial lung diseases which are related with cigarette smoking. Although these diseases are not as common as other diseases caused by smoking, they are important because smoking cessation causes clinical improvement in most of them. |
|
RESEARCH |
2. | The Role of Bronchoscopy in Diagnosis of Sarcoidosis Ülkü Aka Aktürk, Banu Salepçi, Benan Çağlayan, Ali Fidan, Demet Turan, Elif Torun, Nesrin Kıral, Sevda Şener Cömert doi: 10.5505/solunum.2011.32704 Pages 140 - 145
Amaç: Sarkoidozda fleksibl bronkoskopinin (FB) tanısal değerini belirlemek. Gereç ve yöntem: Prospektif olarak planlanan bu çalışmaya, 2004-2007 yılları arasında kliniğimize başvuran, klinik ve radyolojik olarak sarkoidoz düşünülen hastalar dahil edildi. Tüm hastalara, klinik, laboratuvar ve radyolojik değerlendirmenin ardından FB yapıldı. Fleksibl bronkoskopi sırasında yine tüm hastalara multipl mukoza biyopsileri, transbronşiyal akciğer biyopsisi (TBB) ve Wang’ın haritalama sistemine göre konvansiyonel transbronşiyal iğne aspirasyonu (TBİA) yapıldı. Alınan materyallerin histopatolojik incelemesi sonucunda tanı konulamayan olguların hepsine kesin tanı için mediastinoskopi uygulandı. Bronkoskopinin ve bronkoskopi sırasında uygulanan biyopsi tekniklerinin sensitiviteleri ayrı ayrı hesaplandı. Bulgular: Çalışmaya sarkoidoz ön tanısıyla 49 hasta alındı ancak tetkikler neticesinde 2 hasta sarkoidoz dışı (tüberküloz) tanı aldığından çalışmadan çıkarıldı. Sarkoidoz tanısı alan 47 hastanın 17’si (%36,2) erkek, 30’u (%63,8) kadındı ve yaş ortalaması 40,55±13,65 yıl idi. Kırk yedi olgunun 37’sinde FB ile tanıya ulaşıldı (sensitivite: %78,7). Bu 37 hastanın altısına (%16,2) mukoza biyopsisi, 16’sında (%43,2) TBİA, 20’sinde (%54,0) ise TBB ile tanı konuldu. Olguların beşinde (%13,5) birden fazla bronkoskop yöntemiyle sonuç alındı. TBB ile tanı konulan 20 olgunun dokuzu (%45), parankim lezyonunun izlenmediği evre 0 ve I sarkoidozdu. FB ile tanı konulamayan 10 hasta (%21,3) mediastinoskopi ile sarkoidoz tanısı aldı. Sonuç: Sarkoidoz hastalığında, konvansiyonel bronkoskopik tekniklerin uygulanmasıyla olguların büyük bir kısmına tanı konulabilmektedir. Evre 0 ve I sarkoidoz olgularında bile TBB’nin tanısal verimliliği yüksektir. Dolayısıyla sarkoidoz ön tanısıyla izlenen hastalarda invazif tanısal girişimler yapılmadan önce yapılan FB ile tüm konvansiyonel teknikler uygulanmalıdır. Aim: To establish the diagnostic value of flexibl bronchoscopy (FB) in sarcoidosis. Material and Methods: Patients considered as sarcoidosis according to the clinical and radiological findings between 2004-2007 were included in this prospective study. Flexibl bronchoscopy (FB) was performed to all patients after clinical, radiological and laboratory evaluation. Multiple mucosal biopsies were taken, transbronchial lung biopsy (TBB) and conventional transbronchial needle aspiration (TBNA) of mediastinal lymp nodes according to Wang’s mapping system were performed to all patients during FB. For the final diagnosis mediastinoscopy was performed if the bronchoscopic biopsies were non-diagnostic. The diagnostic value of bronchoscopy and bronchoscopic biopsy techniques were evaluated seperately. Results: Of the 49 patients included in the study with the pre-diagnosis of sarcoidosis, 2 were diagnosed as tuberculosis finally, therefore these 2 patients were excluded from the study. Of the 47 patients diagnosed as sarcoidosis, 17 (36,2%) were male, 30 (63,8%) were female and mean age was 40,55±13,65 years. Of all patients, 37 were diagnosed as sarcoidosis by FB (78,7%). TBB findings were positive in 20 (54%), TBNA were positive in 16 (43,2%) and mucosal biopsies were positive in 6 (16,2%) patients. In 5 (13,5%) patients sarcoidosis were diagnosed by more than one bronchoscopic techniques. Of the 20 patients diagnosed by TBB, 9 (45%) were at the stage 0 and I with no paranchimal involvement.The FB techniques were nondiagnostic in 10 patients and sarcoidosis were diagnosed by mediastinoscopy in these patients. Conclusion: The diagnosis of sarcoidosis can be established mostly by conventional bronchoscopic techniques. The diagnostic efficiency of TBB is high also in stage 0 and I pateints. Therefore in sarcoidosis suspected patients, pulmonologists should consider performing all of the conventional techniques during FB before the invasive diagnostic methods. |
|
3. | Evaluation of Pulmonary Function Tests in Workers of a Textile Factory Hasan Kahraman, Mustafa Haki Sucaklı, Ali Özer, Nurhan Köksal doi: 10.5505/solunum.2011.35683 Pages 146 - 150
Amaç: Pamuk tozu, tekstil iş ortamlarında çalışan işçilerin akciğerlerini etkileyen bir faktördür. Solunum fonksiyon testleri (SFT) akciğer fonksiyonlarındaki etkilenmeyi gösteren önemli bir yöntemdir. Çalışmamız kesitsel nitelikte olup, tekstil fabrikasında solunabilir toz oranları, çalışma süreleri ve bu değerlerin SFT üzerindeki etkisi araştırıldı. Gereç ve yöntem: Yüz doksan altı işçi, çalıştıkları ünitelere göre beş gruba ayrılarak, FEV1, FVC, FEV1/FVC, PEF, MEF25, MEF75 ve MMEF parametreleri ölçüldü. Çalışma sürelerine, ortamın toz miktarlarına ve leke temizleme bölümünde maruz kalınan solunabilir seviyedeki trikloretilen oranına bakıldı. Ortam atmosferinde bulunan solunabilir toz konsantrasyonları, gravimetrik yöntemle hesaplandı. Bulgular: Ortam toz miktarları kabul edilebilir değerlere yakındı. Toz miktarları bakılmış gruplar ile SFT değerleri kıyaslandı ve bazılarında istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptandı. Çalışma süreleri 1, 2, 3 ve üstü yıl olmak üzere üç grupta değerlendirildi. Ortalama çalışma süresi 2,2 yıl ve en uzun çalışma süresi 8 yıl idi. Çalışma süresi 3 yıl ve üstü olan grupta, FEV1/FVC, MEF25 ve MMEF parametrelerinde diğer gruplara kıyasla istatistiksel olarak anlamlı azalmalar saptandı (p<0,05). Trikloretilene maruz kalan işçilerde, bu maddenin ortamda kabul edilebilir sınırlarda olmasına ve FEV1/FVC, MEF25 ile MMEF değerlerinde düşüşler saptanmasına rağmen bu farklar istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,005). Sonuç: Pamuk tozuna maruziyet ortamında ortalama 2,2 yıl gibi çalışma süresinde bile bazı akciğer fonksiyonlarının etkilendiği görüldü. Sonuç olarak, tekstil fabrikasında çalışma süresinin uzamasıyla FEV1/FVC, MEF25 ve MMEF gibi SFT parametre değerlerinde anlamlı düşüşler saptandı. Aim: Cotton dust found in textile environment is a factor effecting the lungs of the textile workers. Pulmonary function tests (PFT) are important methods for determining affection of lung function. This cross-sectional study was performed in order to measure respirable dust amount, working periods and effects of these values on pulmonary functions. Material and method: Hundred and ninety six textile workers were examined in 5 groups according to working locations. Parameters of FEV1, FVC, FEV1/FVC, PEF, MEF25, MEF75 and MMEF were measured. Working periods, dust concentration of environment and amount of soluble trichloroethilene in stain removing group were determined. The concentrations of soluble dust in the environment were measured by gravimetric method. Results: Amounts of measured environmental dust were near to the acceptable levels and differences were determined among groups. Groups were compared according to the PFT values and some statistically significant differences were found. Working periods were divided into 3 groups as 1, 2 and ≥ 3 years. Mean working period was 2.2 years and maximal working period was 8 years. Statistically significant reductions were found in FEV1/FVC, MEF25, MMEF parameters of group 3 compared to group1 and 2 (p<0,005). In stain removing workers, while amount of soluble trichloroethilene was in acceptable range, FEV1/FVC, MEF25, and MMEF parameters were lower than other groups but the differences were not statistically significant (p>0,005). Conclusion: It was seen that some of the lung functions were affected by mean 2.2 year working period with cotton dust exposure. As a result, by increasing working period, statistically significant reductions were found in parameters of FEV1/FVC, MEF25 and MMEF. |
|
4. | Sexual Dysfunctions and Prevalence of Depression Among The Fertile Age Partners of Men with Bronchiectasis: How Do the Symptoms of the Disease Affect the Partners? Ufuk Çobanoğlu, Umut Karasu, Yavuz Selvi, Mustafa Güleç, Fuat Sayır, Adem Aydın, Duygu Mergan doi: 10.5505/solunum.2011.80958 Pages 151 - 160
Giriş: İnsanlarda kronik hastalığa bağlı olarak gelişen cinsel fonksiyon bozuklukları ve psikolojik durumla ilgili çok sayıda çalışma mevcuttur ama bu hastaların eşlerindeki cinsel fonksiyon ve psikolojik durumla ilgili veriler yetersizdir. Amaç: Biz bu çalışmada bronşektazili olgularda kronik hastalık haline eşlik eden prodüktif öksürük, kötü kokulu balgam çıkarma gibi semptomların bu hastaların eşlerindeki cinsel fonksiyonlarda ve psikolojik durumda meydana getirdiği değişimi incelemeyi amaçladık. Yöntem: Çalışma operasyon endikasyonu konulan 41 bronşektazili erkek hastanın doğurganlık çağındaki eşleri ile yapıldı. Olgular eşleri opere edilmeden önce ve operasyondan bir yıl sonra, cinsel durum için Kadın Cinsel Fonksiyon İndeksi (Female Sexual Function Index: FSFI), depresyon değerlendirmesi için Beck Depresyon Envanteri (BDI) ile değerlendirildiler. Bulgular: Eşleri opere olmadan önce kadınların %24,4’ünün BDI’ya göre şiddetli depresyon belirtileri gösterdiği ve bu olgularda depresyonun postoperatif dönemde, eşleri asemptomatik olduktan sonra %4,9’a gerilediği tespit edildi (p=0,001). Olguların FSFI ile değerlendirilmesinde, preoperatif dönemde cinsel fonksiyon bozukluğunu gösteren skorlar elde edilirken, postoperatif dönemde bu değerlerde belirgin bir düzelme ortaya çıktı (p=0,001). Sonuç: Bu çalışmada, eşlerindeki sağlık sorunlarının kadınların cinsel fonksiyonlarında ve duygu durumlarında çok belirgin bir değişiklik yaptığı görülmüş ve kadınlardaki cinsel ve psikolojik sağlığın kalitesinin yükseltilmesi ve devamı için eşlerinin sağlığının korunması ve devamının da çok önemli olduğu sonucuna varılmıştır. Introduction: Despite the numerous studies available on sexual disorders and psychological status in patients with chronic diseases, data regarding the sexual function and the psychological status of the patients’ partners are insufficient. Aim: In this study we aimed to put forth the changes in sexual functions and psychological status in women caused by partners’ symptoms such as productive cough and foul smelling sputum that accompany chronic disease in bronchiectasis patients. Methods: The study was conducted with fertile age partners of 41 male patients for whom an operation due to bronchiectasis was decided. The subjects were assessed using the Female Sexual Function Index (FSFI) for sexual functions and the Beck Depression Inventory (BDI) for depression before and 1 year after the operations. Results: It was found that 24.4% of the women had exhibited severe depression symptoms according to BDI, and the number of the patients with severe depression was found to decrease to 4.9% after their spouses became asymptomatic in the postoperative period (p=0.001). In the assessment of cases with FSFI, while the scores indicating sexual dysfunction were obtained in the preoperative period, these values were found to improve significantly in the postoperative period (p=0.001). Conclusion: In this study we have seen that the health problems of the partners caused significant alterations in sexual functions and mood of the women, and it was concluded that increasing the level and maintaining the health of the partners is essential for improvement of the quality of sexual and psychological health of women. |
|
5. | Cases of Combined Type Small Cell Lung Cancer Yasemin Benderli Cihan, Alaettin Arslan doi: 10.5505/solunum.2011.59002 Pages 161 - 165
Amaç: Kombine tip küçük hücreli akciğer kanseri nadir bir antite olup, tüm akciğer kanserli olguların %1-3’ünü oluşturur. Bu yazıda, bölümümüzde tedavi ve takipleri yapılan kombine tip küçük hücreli akciğer kanserli olguların etyolojik, radyolojik, klinik, patolojik özellikleri ve tedavi yaklaşımları değerlendirilmekte ve literatür eşliğinde tartışılmaktadır. Gereç ve yöntem: 2005-2010 yılları arasında Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümünde kombine tip küçük hücreli akciğer kanseri nedeniyle tedavi ve takipleri yapılan 6 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların beşi erkekti ve yaş ortalaması 54,5 (44-75) idi. Hastaların hepsinde sigara kullanma öyküsü, bir hastada ise asbest maruziyeti öyküsü vardı. En sık görülen semptomlar nefes darlığı, öksürük ve yorgunluktu. Olgulara bronkoskopik biyopsi ile tanı konuldu. Dört olguda sınırlı hastalık tespit edildi. Histopatolojik incelemede küçük hücreli komponenti epidermoid, large cell ve adenokarsinom komponenti ile birlikte görüldü. Histopatolojik sonuçlara göre kemoterapi ve radyoterapi uygulandı. Tedavi sonrası 3 olguda stabil hastalık, geri kalan olgularda tam cevap elde edildi. Dört olgu hastalığın progresyonuna bağlı olarak 8., 14., 20. ve 56. aylarda vefat etti. İki olgu halen remisyonda izlenmektedir. Sonuç: Kombine tip küçük hücreli akciğer kanserinin evrelemesi, tedavisi ve takibi küçük hücreli akciğer kanserine benzemektedir. Aim: Combined type small cell lung cancer is very rare and constitutes 1-3% of all cases with small cell lung cancer. The aim of this retrospective study is to analyze the epidemiological, radiological, pathological, clinical and therapeutic profiles of combined type small cell lung cancer and discussing them in view of the literature. Material and methods: In this study we reported 6 cases of combined type small cell lung carcinoma treated at Kayseri Education and Research Hospital Department of Radiation Oncology from 2005 to 2010. Results: Five cases were male. Median age at presentation was 54.5 (44-75) years. All patients were smokers and one patient had a history of asbestos exposure. The main presentation symptoms were dispnea, cough and fatigue. The initial diagnostic material was obtained by bronchoscopy. Four patients presented with limited disease. All of the cases showed a combination of small cell carcinoma with adenocarcinoma, large cell or squamous cell component. All of the patients received chemotherapy and radiotherapy. Three of them had stable disease and rest of them had complete response, gave partial response. Four patients died with the progression of disease at 8, 14, 20, and 56 months. Two patients are stil at remission. Conclusion: This study shows that combined type small cell lung cancer is similar to small cell lung cancer in terms of diagnosis, treatment and follow up. |
|
6. | Hydatid Cyst of Lung and Surgical Therapy Muammer Cumhur Sivrikoz, Hacer Boztepe, Egemen Döner, Erhan Durceylan, Ebubekir Aksu, Cumhur Murat Tulay doi: 10.5505/solunum.2011.25349 Pages 166 - 169
Amaç: Bu çalışmada, kliniğimizde Kasım 2003-Temmuz 2010 tarihleri arasında hidatik kist tanısı ile opere edilen hastaların cerrahi tedavi sonuçları retrospektif olarak tartışıldı. Gereç ve yöntem: Kliniğimizde 50 erişkin olgu akciğer hidatik kisti tanısı ile opere edildi. Yirmi altı olgu erkek (%52), 24 olgu (%48) kadındı. Olguların yaş ortalaması 45,8 (20-76) yıldır. Olguların yaş, cinsiyet gibi demografik özellikleri, şikâyetleri, klinik bulguları, tanısal ve radyolojik özellikleri, yapılan cerrahi uygulamalar, cerrahi tedavi sonuçları ve cerrahi sonrası izlemleri kayıt altına alınarak değerlendirildi. Bulgular: Hidatik kist 25 olguda sağ hemitoraksta, 18 olguda sol hemitoraksta, yedi olguda bilateral yerleşimliydi. Kırk dört hastaya kistotomi-kapitonaj (%88), beş hastaya wedge rezeksiyon (%10), bir hastaya pnömonektomi (%2) uygulandı. Hastalara postoperatif iki ay boyunca albendazol tedavisi verildi, iki yıllık takip süresince nüks saptanmadı. Sonuç: Akciğer kistlerinin primer tedavisi cerrahidir. Hem kistin boşaltılması ve germinatif membranın çıkarılması hem de parankim koruyucu niteliği ile kistotomi-kapitonaj yeterli iyileşme sağlayan bir yöntemdir. Aim: In this study, the surgical results of patients operated with the diagnosis of hydatid cyst between November 2003 and July 2010 in our clinic were discussed retrospectively. Material and method: A total of 50 adult patients were operated with the diagnosis of pulmonary hydatid cyst in our clinic. Twentysix cases (52%) were male, twenty-four cases (48%) were female. The mean age of patients was 45,8 (20-76) years. The demographic charactheristics of patients such as age and gender, symptoms, clinical findings, diagnostic and radiological features, surgical procedures, results of surgical treatments and postoperative followup results were evaluated based on the records. Results: Twenty-five of hydatid cysts were located in the right hemithorax, 18 of them were located in the left hemithorax and 7 of hydatid cysts were located bilaterally. Cystotomy and capitonnage was performed in 44 (88%) patients, wedge resection was performed in 5 (10%) patients and 1 (2%) patient underwent pneumonectomy. All patients were treated with albendazole postoperatively for two months and there was no recurrence. Conclusion: Primary treatment of lung hydatid cysts was surgery. The fluid of the cysts can be aspirated, germinative membrane can be removed and parenchyma can be protected with cystotomy-capitonnage method.For this reason, cystotomy capitonnage method provides enough improvement. |
|
7. | The Clinical and Bronchoscopic Features of Cases with Endobronchial Tuberculosis Mimicking Radiologically Malignancy Aydın Yılmaz, İbrahim Onur Alıcı, Nilgün Yılmaz Demirci, Yurdanur Erdoğan, Çiğdem Biber, Ülkü Yılmaz Turay, Havva Yücel doi: 10.5505/solunum.2011.48658 Pages 170 - 175
Amaç: Endobronşiyal tüberküloz (EBTB), trakeobronşiyal ağacın mikrobiyolojik ve histopatolojik incelemelerle kanıtlanmış tüberküloz enfeksiyonudur. Radyolojik görünümleriyle bronşiyal neoplazileri taklit edebilir. Etkili antitüberküloz tedaviyle basil yükü fazla olan enfeksiyonun kontrolü sağlanabilirken, bronş stenozu gibi morbiditesi yüksek komplikasyonlar büyük bir sorun olarak kalmaktadır. Radyolojik özellikleri ile akciğer malignitesi ön tasıyla yatırılan ve mikrobiyolojik/histopatolojik yöntemlerle endobronşiyal tüberküloz tanısına ulaştığımız hastalarımızı klinik, radyolojik ve bronkoskopik özelliklerini retrospektif olarak analiz ederek sunmayı uygun bulduk. Gereç ve yöntem: Olgu serimizde, kliniğimize 2008-2010 tarihleri arasında başvurmuş, radyolojik özellikleriyle maligniteyi taklit eden ancak mikrobiyolojik ve histopatolojik incelemelerle endobronşiyal tüberküloz tanısı almış on olgunun klinik, radyolojik ve bronkoskopik özellikleri retrospektif olarak incelenmiştir ve genel hatlarıyla sunulmaktadır. Bulgular: Analizimize on olgu alınmıştır. Ortalama yaş 53,1 yıl ve E: K oranı 1: 2,3 bulunmuştur. On olgunun dokuzunda antitüberküloz tedavi ile klinik, radyolojik ve mikrobiyolojik iyileşme gözlenmiştir. Başlangıçta fibrostenotik tipte olan bir olgudaysa antitüberküloz tedaviye rağmen gerilemeyen bronş stenozu, uygulanan sistemik steroid tedavisine de yanıt vermemiştir. Sonuç: Radyolojik bulgularla malignite düşünülen her yaştaki olgularda, ülkemiz gibi endemik bölgelerde tüberküloz akla getirilmelidir. İleri yaştaki, tedaviye kadar geçen semptomatik süresi uzun olan ve başlangıçta fibrostenotik tipte endobronşiyal tutulumu olan olgularda bronş stenozu ve ona bağlı morbidite yüksektir. Tedavinin gecikmeden başlatılabilmesiyle olası komplikasyonların önüne geçilebilir ve bronş stenozu gibi morbiditelerin düzeyleri düşürülebilir. Aim: Endobronchial tuberculosis (EBTB) is defined as tuberculosis infection of the tracheobronchial tree that has been microbiologically and histopathologically proved. They may mimic bronchial neoplasms by radiographic appearance. Effective antituberculosis treatment can control the bacillary load, however the complications of infection, such as bronchial stenosis may lead to high morbidity. We conducted this retrospective analysis in order to review clinical, radiological and bronchoscopic features of endobronchial tuberculosis and to highlight the high effectiveness of immediate management of this disease on severe complications. Material and methods: In our series of patients who were admitted to our clinics between 2008-2010 with the diagnosis of endobronchial tuberculosis by microbiological and histopathological examinations that mimic the radiologic features of malignancy were evaluated retrospectively and presented. Results: Ten patients were admitted to this analysis. The mean age was 53.1 years. Male to female ratio was 1: 2.3. Clinical, radiological and microbiological recovery was observed in 9 of ten patients with antituberculosis treatment. One patient, initially diagnosed as fibrostenotic type bronchial stenosis and who did not respond antituberculosis treatment, did not respond to systemic steroid therapy either. Conclusion: In patients of all ages with radiological findings suggestive of malignancy, tuberculosis should be considered in endemic areas like our country. In older patients whose durations of symtoms are long and who has fibrostenotic type bronchoscopic findings have high risk of developing bronchial stenosis and related morbidity. With early treatment, possible complications can be prevented and morbidity can be reduced. |
|
CASE REPORT |
8. | Reexpansion Pulmonary Edema: analysis of eight Ufuk Çobanoğlu, Fuat Sayır, Duygu Mergan doi: 10.5505/solunum.2011.70457 Pages 176 - 181
Amaç: Reekspansiyon akciğer ödemi (RAÖ) nadir görülen klinik bir durumdur. RAÖ pnömotoraks, plevral efüzyon veya atelektaziye sekonder kollabe akciğerin tedavisi sırasında gelişen bir komplikasyondur. Bu yazıda RAÖ’li sekiz olgunun klinik süreci ve tedavi basamakları sunuldu. Gereç ve yöntem: 2004–2010 yılları arasında RAÖ gelişen 8 olgunun verileri geriye dönük olarak incelendi. Olgular semptomları, primer patolojileri, uygulanan tedavi yöntemleri, klinik seyirleri, morbidite ve mortaliteleri açısından değerlendirildiler. Cerrahi müdahale öncesi ve sonrası tüm olgular arteriyal kan gazı ve oksijen satürasyonu ile izlendiler. Bulgular: Çalışmaya dahil olan olguların 5’i (%67,5) kadın, 3’ü (%37,5) erkek olup yaş ortalamaları 40±3,7 idi. Hastaların tümünde başvuru anında nefes darlığı ve 3 olguda göğüs ağrısı yakınması vardı. Primer patolojiler incelendiğinde 2 olguda pnömotoraks, 2 olguda malign plevral efüzyon, 3 olguda ampiyem ve 1 olguda kronik plörit tanısı konulduğu saptandı. RAÖ 1 olguda dekortikasyon ameliyatı 7 olguda ise tüp torakostomi sonrasında gelişmişti. Olguların tedavi öncesi kompansatuar solunum asidozu tablosu içerisinde oldukları tespit edildi. Cerrahi müdahale sonrası solunum asidozu düzeldi. Ancak, kan gazı ve oksijen satürasyon değerleri cerrahi müdahaleden 2-4 saat sonra tekrar bozuldu. Tüp torakostomi uygulanan hastaların klinik olarak daha hızlı bir düzelme gösterdikleri görüldü. Dekortikasyon yapılan olgu ise kaybedildi. Sonuç: Biz kronik akciğer kollapsının cerrahi olarak düzeltilmesinin ve toraks cerrahisi sonrası gelişen akciğer ekspansiyonunun RAÖ gelişimi için tehlikeli olabileceğini düşünüyoruz. Bu durumun önlenmesinde ilk adım her hasta için risk faktörlerini belirlemektir. Bu risk faktörleri düzeltilmeli ve telafi edilmelidir. Bir klinik ya da radyolojik şüphe olduğunda mortalite riski göz önünde bulundurularak, bu nadir ama potansiyel ciddi durumu önlemek için gerekli özenin gösterilmesi, erken ve daha etkin tedavi önlemlerinin alınması gereklidir. Aim: Reexpansion pulmonary edema (RPE) is a rarely seen clinical condition. RPE is a complication of the treatment of lung collapse secondary to pneumothorax, pleural effusion or atelectasis. In this article, eight cases of RPE were presented with treatment steps and clinical progress. Material and Metods: The data of 8 cases with RPE were evaluated retrospectively between 2004 and 2010. Patients were evaluated for symptoms, primary pathologies, treatment modalities, clinical course, morbidity and mortality. All patients were monitored with arterial blood gases and oxygen saturation, before and after surgical intervention. Results: Of the cases, five were (67,5%) famale, 3 (37,5%) were male with a mean age of 40±3,7. All cases had dyspnea and 3 cases had chest pain at the admission. Primary pathologies were pneumothorax at 2, malignant pleural effusion at 2, empyema at 3 cases and chronic pleuritis at 1 case. RPE developed after decortication in one case and after tube thoracostomy in 7 cases. It was demonstrated that the cases had compensatory respiratory acidosis before the treatment. Respiratory acidosis were improved after surgery. However, blood gases and oxygen saturation levels were worsened 2-4 hours after surgical intervention. It was noticed that the patients with tube thoracostomy showed a faster clinical improvement. The case of decortication had clinical deterioration and died. Conclusions: We think that the surgical correction of chronic lung collapse and lung collapse which appears after thoracic surgery should be regarded as hazardous for RPE development. For the prevention of this situation the first step is to identify the risk factors for each patient. These risk factors should be corrected and compensated. When there is a clinical or radiological suspicion, considering the high risk of mortality, it is necessary to take the required care to avoid this rare, though potentially severe condition, as well as earlier and more aggressive therapeutic measures be taken. |
|
9. | Pulmonary Alveolar Proteinosis: Report of two cases Dilaver Taş, Ersin Demirer, Erdoğan Kunter, Zafer Küçükodacı, Ömer Ayten, Oğuzhan Okutan, Zafer Kartaloğlu doi: 10.5505/solunum.2011.78300 Pages 182 - 186
Pulmoner alveoler proteinozis, alveollerde ve distal hava yollarında lipoproteinöz madde birikimiyle karakterize nadir bir hastalıktır. En sık rastlanan semptomlar nefes darlığı ve kuru öksürüktür. Radyolojik olarak bilateral simetrik alveoler konsolidasyon veya buzlu cam görüntüsü saptanır. Tanı sıklıkla klinik ve radyolojik bulgular eşliğinde transbronşiyal biyopsi örneği veya bronkoalveolar lavaj (BAL) ile alınan intra alveoler materyalin periyodik asit-Schiff metodu ile pozitif boyanması ile konur. Pulmoner alveoler proteinosis için standart tedavi total akciğer lavajıdır. Çalışmamızda, biri BAL diğeri açık akciğer biyopsisi ile tanı alan iki pulmoner alveoler proteinozis olgusu literatür eşliğinde sunulmuştur. Pulmonary alveolar proteinosis is a rare disease characterised with lipoproteinous material deposition in alveoles and distal airways. The most common symptoms are dyspnea and dry cough. The radiographic finding is bilateral, symmetric alveolar consolidation or ground-glass opacity. The diagnosis is mostly made by positive staining of transbronchial biopsy or bronchoalveolar lavage (BAL) material with periodic- acid-Schiff method accompanied by clinical and radiological findings. The standard treatment for pulmonary alveolar proteinosis is total lung lavage. In our study, two cases of pulmonary alveolar proteinosis, one diagnosed by open lung biopsy and the other with BAL, were presented with the literature. |
|
10. | Raynaud’s Phenomenon and Recurrent Spontaneous Mediastinal Emphysema: One case Ahmet Ertuğrul, Ahmet Gökhan Gündoğdu, Özkan Çinici, Atilla Eroğlu, Sefa Selçuk, Galip Erdem doi: 10.5505/solunum.2011.29290 Pages 187 - 190
Spontan mediastinal amfizem, mediasten içinde travma dışı nedenlerle hava olması durumudur. Daha çok genç erişkinlerde görülen, rekürrensi nadir olan ve kendi kendini sınırlayan benign bir hastalıktır. Yapısal akciğer hastalıkları, yoğun fiziksel aktivite ve Valsalva manevrası başta olmak üzere birçok etiyolojik faktör neden olabilmektedir. Ancak literatürde Reynaud fenomeni ve spontan mediastinal amfizem birlikteliği nadirdir. Bu yazımızda, 2 yıldır Reynaud fenomeni nedeni ile takip edilen 21 yaşındaki bir erkek hastada tekrar eden spontan mediastinal amfizem olgusunu sunuyoruz. Free air in the mediastinum without any trauma is called spontaneous mediastinal emphysema. It is a self limiting benign disease which usually seen in young adults and recurrence is very rare. Altough it has many etiologies, structurial lung diseases, intense physical avtivity and Valsalva maneuver are the most common ones. But Raynaud’s phenomenon and the spontaneous mediastinal emphysema co-occurrence is very rare in the literature. In this article we present a recurrent spontaneous mediastinal emphysema in a 21 years old male patient who has Raynaud’s phenomenon for two years. |
|
11. | An Endobronchial Hamartoma Case Treated by Bronchoscopy Leyla Yağcı Tuncer, Volkan Baysungur, Ebru Damadoğlu, Erdal Okur, Ebru Sulu, Gökhan Ergene, Adnan Yılmaz doi: 10.5505/solunum.2011.85698 Pages 191 - 193
Altmış bir yaşında erkek hasta bir aydır devam eden sol yan ağrısı, ateş ve üşüme-titreme yakınmalarıyla hastaneye başvurdu. Arkaön akciğer grafisinde sol akciğer orta ve alt zonda, kalp ve hemidiyafragma konturunu silen homojen yoğunluk artışı görüldü. Fizik bakıda ateş 38°C, sol alt zonda matite ve solunum seslerinde azalma saptandı. Bilgisayarlı toraks tomografisinde solda plevral sıvı ve komşuluğunda atelektazi saptandı. Torasentezle alınan plevral sıvı örneği eksuda niteliğindeydi. Fiberoptik bronkoskopide, sol alt lob anteromedial segment girişini tamamen kapatan polipoid kitle görüldü. Bronkoskopik biyopsi patolojisi hamartom olarak rapor edildi. Lezyon bronkoskopi aracılığıyla kriyoterapi uygulanarak çıkarıldı. Tedavi sonrası bilgisayarlı toraks tomografisinde patolojik bulgu saptanmadı. Sonuç olarak, endobronşiyal hamartomlar pnömoni ve atelektaziye neden olabilirler. Bu lezyonların tedavisinde bronkoskopik yöntemler başarıyla uygulanabilir. A sixty-one-year-old man was admitted to the hospital with left sided chest pain, fever and chills. Chest X-ray showed opacity on left middle and lower zone abutting the left hemidiaphragm and left cardiac border. Body temperature was 38°C, physical examination of the chest revealed dullness and decreased breath sounds on left lower zone. Computed tomography of the thorax showed pleural effusion and associated atelectasis on left lung. Pleural effusion was an exudate. Fiberoptic bronchoscopy demonstrated a polypoid mass lesion totally obstructing the anteromedial segment of the left lower lobe. Pathologic diagnosis was hamartoma. It was removed with cryotherapy. Computed tomography of the thorax was normal after treatment. In conclusion, endobronchial hamartomas can cause pneumonia and atelectasis. Bronchoscopic treatment modalities can successfully be applied to these lesions. |
|
12. | Primary Leiomyoma of The Chest Wall Leyla Yağcı Tuncer, Ebru Sulu, Ferda Aksoy, Huriye Berk Takır, Cüneyt Saltürk, Ebru Damadoğlu, Adnan Yılmaz doi: 10.5505/solunum.2011.49369 Pages 194 - 196
Otuz sekiz yaşında kadın hasta üç aydır devam eden göğüs ağrısı yakınmasıyla başvurdu. Göğüs grafisinde sağ orta ve alt zonda 8x6 cm boyutunda kitle saptandı. Bilgisayarlı toraks tomografisinde sağ akciğerde kistik lezyon görüldü. Hastaya sağ torakotomi uygulandı. Kitle 6. kotla ilişkide olup göğüs duvarından kaynaklanıyordu. Tümör çıkarıldı ve parsiyel kot rezeksiyonu yapıldı. Makroskopik olarak tümör yumuşak, düzgün yüzeyli, 8x5x4 cm boyutlarında, beyaz renkte bir kitle olarak görüldü. Mikroskopik olarak belirgin hücresel pleomorfizm, nekroz ve mitotik aktivite olmaksızın düz kas liflerinin oluşturduğu bant ve paketler içeriyordu. İmmünohistokimyasal olarak aktin ve vimentin pozitif, S-100 proteini negatifti. Takip süresince patolojik bulgu saptanmadı. Thirty-eight-year-old female patient presented with 3 months history of chest pain. Chest x-ray showed a mass of 8x6 cm in size in the right middle and lower lung fields. Computed tomography of the thorax demonstrated a cystic lesion in the right lung. A right thoracotomy was performed. The mass originated from the chest wall with its base on the 6th rib. The tumor was excised and partial costal resection was performed. The macroscopic features of the tumor were a soft, smoothly surfaced white mass of 8x5x4 cm in size. Histopathologically, the tumor consisted of packets and bundles of smooth muscle fibers without significant celluler pleomorphism, necrosis and mitotic activity. Immunohistochemically, smooth muscle actin and vimentin was positive but S-100 protein was negative in tumour cells. No pathological finding was detected during follow-up. |
|
|
|
|